İzmir’in meşhur Eşrefpaşalılarından olan Özcan Hasyiğit anlatıyor: “Ben Hacı Kemal Ağabeyi İzmir’den tanıyordum. 2983’te İstanbul’da Fatih Kolejinde görevli bulunuyordum. Rahmetli Hacı Kemal Ağabeyim, beni orada görevli görünce çok sevindi. Bana “Sana bir vazife vereyim’ dedi. ‘Ver bakalım Hacı Ağabey, nedir?’ dedim. ‘Muzaffer Sonay adında bir zat var, Vakıflar Genel Müdürü… Çok mütevazi, evliya gibi bir adam, mert biri fakat bizi bilmiyor. Okul da yeni açıldı, okula ruhsat almamız lâzım. Milli Eğitimden gelecekler. Muzaffer Bey bize yardımcı olabilir. Ona Hocaefendinin vaaz kasetlerinden birini vermek istiyorum. Veremezsek işimiz yürümeyecek’ dedi. Hacı Ağabey bu yolla Muzaffer Beyi okula ve eğitim hizmetlerine ısındırmak istiyor ama onun nasıl bir tepki vereceğini bilmediği için kaseti doğrudan kendisi vermek istiyor. ‘Hacı Ağabey…’ dedim; ‘Senin konumunla mı halledeyim, yoksa ben, İzmir Eşrefpaşa Yağhanelerli olarak kendi konumumla mı hareket edeyim?’ ‘Oğlum nasıl istersen yap, zarar verdirme de adama… Okula gelip gideceği zaman onu sen getir götür.’ dedi. Böylece ben onun şoförlüğünü yapmaya başladım. Hakikaten çok mütevazi biriydi. Osmanlının son beyefendilerindendi.
“Muzaffer Sonay, çok titiz bir insan olduğundan, Hacı Ağabey, başkasını görevlendirmek istememişti. Yanlışlık yapar, saygısızlık eder diye. Çok hassas davranıyordu yani. Şoförlüğünü bana verdirdi, başka kimse araya girmesin diye. Ben de çok hassas davrandım. Arabaya bindirdim; ceketini, foterini ve çantasını aldım. Bir de bastonu ve eldivenleri vardı. ‘Buyurun efendim, müsaade ederseniz, ben size hizmet etmekle mükellefim. Bana karşı son derece rahat olabilirsiniz’ dedim. Baktı, hoşuna gitti. ‘Nerelisin sen evladım?’ dedi kaşlarını çatarak. ‘İzmir Eşrefpaşa Yağhanelilerliyim, efendim’ dedim. Böyle üç-beş konuştuk filan, sonra ben üç-beş gün hiç konuşmadım. Sonra dedi: ‘Evladım sen neden hiç konuşmuyorsun?’ Dedim ki: ‘Efendim ben Eşrefpaşa’da külhanbeylerin arasında büyüdüm, siz ise hâkimlik, savcılık yapmış, okumuş nezih bir insansınız. Yanlış bir kelime söylerim, siz de incinirsiniz…’ ‘Allah Allah ya!’ dedi.
“Sonra üç-beş gün yine geçti. Ben ‘Efendim, siz ne de olsa, hâkimlik, savcılık yapmışsınız, beden çok çok iyi bilirsiniz. Bana birileri bir kaset verdi. Biraz dinledim ama bir şey anlayamadım.’ Hacı Ağabey verdi de diyemiyorum şimdi. ‘Ben de bilemiyorum, dinleyeyim mi dinlemeyeyim mi? ‘Evladım tamam, bunu dinleyebilirsiniz.’ dersiniz.” dedim. “Eğer güzel değilse, ‘Evladım, dinleme…’ dersiniz ben de kaldırır atarım. Yani ne de olsa, siz baba adamsınız’ dedim. ‘Hele koy bakalım bir dinleyelim.’ dedi. Hocaefendinin çok duygulu bir vaazı vardı. Koydum, dinledi. Karagümrük’ten Ticaret Odasına kadar indik. Ben arabayı yavaş kullanıyorum, bir 15-20 dakika kadar dinledi. İndik, ben çantayı aldım. ‘Benim odaya çıkalım’ dedi. ‘Ya!’ dedi, ‘Bu, müthiş bir adam! Kimdir bu evladım?’ Güya ben de bilmiyorum da şimdi, onun onayını bekliyorum. ‘Dinle be evladım ya. Dinle be ya!’ dedi. ‘Ya! Ben otuz yıllık savcıyım, hakimim. Bende bir vasıf vardır, insanları bir bakışta tanırım. İçini okurum. EN BERDUŞUNUZ BÖYLEYSE EFENDİNİZ KİM BİLİR NASILDIR?’ dedi. Hocaefendi için söylüyor. ‘Kim verdi sana bu kaseti?’ dedi. ‘Hacı Ağabey verdi.’ dedim. ‘Yapma ya!’ dedi. ‘O bunları dinliyor muydu!’ dedi. Hacı Kemal Ağabeye bunu anlatınca Hacı Ağabey çok sevindi.
‘Sonra ben bir gün: ‘Muzaffer Ağabey bak, ben sana bir kıyak yapacağım.’ dedim. ‘Nedir, söyle bakalım?’ dedi. ‘Bak, sen önce ölürsem ben sana bir Yâsin okuyacağım ben önce ölürsem de, sen bana bir Yâsin okursun.’ dedim. ‘Bak!’ dedi. ‘Bunca yıldır vakıflardayım, kimse bana böyle bir şey söylemedi.’ Aradan epey zaman geçti. Sene 1986-1987, ben İzmir’e izne gittim, geldim. Hastaneye yatmış, etüt yapmışlar, bakmışlar kanser! Vefat edeceği zaman demiş ki: ‘Hacı Kemal Bey’in yanında, onun bir adamı vardı; Özcan Hasyiğit. Beni gömerken, muhakkak orada o, bana bir Yâsin okuyacak. Söyleyin, Yâsin’i okusun!’ Neyse, vefat etti. İki gün sonra rüyamda görüyorum ben. Muzaffer Sonay Hoca’yı; Allah rahmet eylesin, Cennnete girmiş. Herkes mutlu, hopluyor, zıplıyor, koşuyor, oynuyor filan… ‘Hoca, buraya nasıl girdin ya?’ dedim. Bana ‘Oradan ayrılma sakın!’ dedi. ‘Eğitim hizmetine az bir emeğim oldu ya, o götürdü beni cennete.” diye de ilave etti…
Hacı Kemal Ağabey’e geldim rüyamı anlattım, ikimiz de ağladık.”
Evet işte böyle hayırlı bir hizmet bu eğitim faaliyetleri… Üst seviyeden bu Hizmeti dünya çapında yayanlardan Cenab-ı Hak razı olsun… Onun dibine kibrit suyu dökmeye bütün güçleriyle gayret edenlere ne demeli? Allah insaf versin… Ne diyelim?!..