Mesnevi-i Nuriye’de şöyle deniliyor:
“İman herşey arasında bir KARDEŞLİK tesis eder. Onun için HIRS, DÜŞMANLIK, NEFRET, KİN ve VAHŞET, müminin ruhunda kuvvet bulmaz. Zira mümin, en yaman bir düşmanının bile bir nevi kardeşi olduğunu biraz dikkatle görebilir.
“Küfür ve inkâr ise, bütün eşya arasında, birleştirmek şöyle dursun, AYRILIK ve YABANCILIK tesis eder. Onun için, kâfirin hırsı, düşmanlığı, nefsine tarafdarlığı ve itimadı şiddetli olur. Kâfirlerin dünya hayatındaki galebeleri işte bu sırdandır.
“Hem bu dünyada kâfir iyiliklerinin mükafaatını tamamen gördüğü, mümin de bir kısım günahlarının cezasını gördüğü içindir ki, ‘Dünya müminin ZİNDANI, kâfirin CENNETİ’ olmuştur.
“Şunu da bil ki, iman İKSİRİ kalbe girdiği zaman, insanı ebediyete ve Cennete lâyık bir CEVHER hâline getirir. Küfür ile de insan boş ve fâni bir ÇÖMLEĞE döner. Zira iman fâni kabuğun altında hoş ve sağlam bir ÖZ bulur, sönüp giderek kabarcıkların yerinde parlak ELMASLAR görür. Küfür ise kabuğu öz olarak görür ve ona saplanıp kalır. Böylece insanın derecesi ELMAS’tan âdi bir cam parçasına, hatta cansız şeylere, hatta su kabarcıklarına iner. Ben bunu böyle gördüm.”
“Niyet, kırk senelik ömrümün mahsulü olarak dört kelimeden biridir: Evet niyet, toprak gibi kıymetsiz âdetler ve kum gibi ehemmiyetsiz hareketleri İBADET CEVHERİNE ÇEVİRME HÂSİYETİNE mâlik acib bir iksirdir. O aynı zamanda nüfuz edici bir ruhtur ki, onunla ölü haller can bulur ve hayatdar ibadetlere döner. Hem de niyette, seyyiâtı, hasenâta çeviren bir özellik vardır.
“Demek niyet bir ruhtur. Onun ruhu da ihlastır; ihlâssız halâs olmaz. (Onun için hadis-i şerifte: ‘Ameller niyetlere göredir…’ ve “Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır’ buyurulmuştur.)
“İşte bu hâsiyeti sebebiyle, niyet ile az zamanda çok amel husûle gelir ve şu kısa ömürde işlenen amel ile Cenneti satın almak mümkün olur.
“Karanlıklar içindeki seyahatimde, Peygamberimizin (S.A.S.) sünnetleri yıldızlar ve lâmbalar şeklinde gördüm. Her bir sünnet ve İslamiyetin her bir hükmü, zulmetli ve dalâleti hadsiz yollar arasında parıl parıl parlıyordu. Sünnetten sapmak ise, insanı şeytanların oyuncağı, vehimlerin bineği, korkuların meydanı, dağ gibi yüklerin hamalı yapıyordu. Halbuki Sünnete tâbî olsa, bütün bu yükleri ona devredecekti
“Hem sünnetleri semâdan sarkan ipler şeklinde gördüm. Onlardan bir parçasına olsun tutunan yükselir ve saadeti bulur. Yine gördüm ki, Sünnete muhalefeti edip de insanlar arasında geçerli olan akla itimad eden kimse, semâvî sebeplere arzî vesilelerle ulaşmaya çalışan kimseye benzer ki, ‘Ey Hâmân, bana bir kule yap’ ki yol bulayım; göklere giden yollara çıkayım da Musa’nın ilâhına ulaşayım.’ (Mümin Suresi 40: 36-37) diyen Firavun gibi ahmaklaşmıştır.
“Eşya, dayandıkları şeye göre farklılık gösterir. Meselâ, büyük bir Sultana istinad eden bir nefer, büyük bir şahın yapamadığını yapar; zira o nefer, büyük bir şahın yapamadığını yapar; zira o nefer, kendisinden yetmiş derece üstün olan kimseden yedi misli üstün durumdadır.
“Bunun gibi, kudret-i Ezeliye tarafından memur edilen sivrisinek de mütemerrid nemrutların en nemruduna galebe eder. Tohum ve çekirdekleri çatlatan Zâttan izin almış bir çekirdek ise, koca hurma ağacının muhtaç olduğu herşeyi içinde barındırır ki, bunlar bir kasaba genişliğindeki fabrikalara sığmayacak şeylerdir.
“Kâfir gerçekte sevdiği şeyi kardeş sevgisiyle sevmez; onun tek sevdiği şey kendi nefsidir. Kâfirlerin medeniyetinde insanlık adına bir takım iyilikler ve mânevî yüksek hasletler görülüyorsa, o da İslam medeniyetinin sızıntılarından, Kur’an’ın irşad ve sayhalarının yansımasından ve semâvî dinlere ait parıltıların kalıntılarındandır. İstersen hayâlen NURŞİN beldesindeki Seyda’nın (k.s.) meclisine git, onun kudsî sohbetinde tezahür eden İslam medeniyetine bak. Orada, fukara kılığında melikler, insan suretinde melekler göreceksin. Sonra Paris’e git, onların büyüklerinin meclisine gir. Orada da insan kılığına bürünmüş akrepler, insan suretine girmiş ifritler göreceksin.”
“Ey aklı nakle (Kitap ve Sünnete) tercih eden ve felsefeyle meşguliyet ve gurur yüzünden tefessüh etmiş, aklı olmadığı için nakli tevil etmiş hatta tahrif etmiş,felsefeye bulaşmış kişi! Bir zamanlar ben de senin gibiydim. Sonra pek yüksek ve muhteşem bir saray gördüm ki, damı semânın tavanına bitişik; yüksek pençelerinden aşağıya zembiller iniyor; ipleri bir uçtan bir uca uzanıyor. O zembillerden bir kısmı yere yakın, bazı insanlar kendisini o zenbile atmayı başarıyor ve onunla en yüksek menzillere çıkıyor. Bir kısım zenbiller de iplerin ya en aşağı veya en yukarı ucunda ve bunun gibi böyle şeyler…
“Daha sonra o zembillere önem vermeyen, gurura kapılıp hüsrana düşmüş bazı insanlar gördüm ki, taşları ve çeşitli eşyaları toplayıp ayaklarının altına yığıyor ve onlara basarak yükselmeye çalışıyorlar. Fakat yükseklere çıkmak ne mümkün! Biraz yükselir yükselmez düşüveriyorlar.
“Bir de kendi nefislerine itimad eden firavunlaşmış kimseler gördüm ki, ayaklarını basıp yükselmek için sarayın duvarında gedik araştırıyorlar, ama düşüp boyunlarını kırıyorlar.
“Şunu da gördüm ki, onlara teçhizat olarak verilen müktesebat (birikim) ve âletler ellerinden geldiği ve güçlerinin yettiği kadarıyla zembillere kadar çıkabilmek içinmiş, yoksa zembillerle çıkılacak menzillere yükselmek için değil. Onun için akıl seni zembile bağlasın, nakil de bineğin olsun. Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir.”
Evet orada, aşağıya sarkan zembiller ise, Sırat-ı Müstakîm olan Kur’an hakikatlerine işarettir…