Ana-Baba Okulları Projesi üzerinde daha önce iki yazı yazmıştım. Daha doğrusu bu konuda arkadaşımızın değerli çalışmalarından aktarma yapmıştım. Şimdi aynı konuya devam edeceğim.
Çocuk kime güvenle bağlanıyorsa, onun sözünü dinler. Bu dönemin temel özelliği örnek olma olsa da bir sonraki dönem olan nasihat dönemine sağlıklı girebilmenin temel şartı da yine güvenli bağlanmadır. Ana-babalarına güvenli bağlanmayanlar nasihatlarını da dinlemezler. Bu durum, çocuğun onları sevmediğinden değil, bağlanamamış olmaktan kaynaklanan tesirsizliğindendir.
Her çocuk özeldir. Yaratılıştan getirdiği bir mizaç özelliği vardır. Mühim olan onların mizaçlarının bozulmadan yetiştirilmeleridir. Bu da çocuğun kendini güvende hissettiği bir ortamda büyümesiyle mümkündür. Çocuğu sürekli engellemek, eleştirmek, aşağılamak, çocuğa kendini değersiz hissettirmek, çocuğun mizacını bozan unsurlardır. Bu da çocuğun başına gelecek en kötü bir durumdur.
Çocukluk dönemi, benliğin, insan olma inşasını devam ettiği bir dönemdir. Tamamlanmamış bir benliğe ceza vermek, benlik inşasını zarara uğratır. Çocuk benliğinin gelişmesi için; emniyetli özgür bir ortama, mütevazi bir yardıma, hatasını ve kusurunu hoşgörü ile karşılayan ve kendisini şartsız seven rol model yetişkinlere ihtiyacı vardır.
Zihinsel eğitim, bilgiye dayalı bir eğitimdir. Ancak değerler eğitimi, hisse dayalı bir eğitimdir. Çocuk döneminde his kanalları açık olduğu için bu dönemde mânevî değerlerin kabulü daha kolay olur. Din, ahlâk, fazilete dair bilgi verecek kişilerin de duygu dünyalarının açık olması önemlidir. Hislerin açık olması için kişinin kendini güvende hissetmesi şarttır. Karşılıklı his alış-verişi ile mânevî değerler kazanılır ve içselleşir.
Duygu dünyası kapanmış kimselere değerler eğitimi vermek neredeyse imkânsızlaşır. Baskı ve zorlamalar duyguların kapanmasına yol açar. Yanlış davranışı sebebiyle, kişinin hatası ortaya çıkardıkça hele ki insanların yanında hatalar yüzüne vuruldukça, belki geçici olarak acı bir tecrübe ile hatasından vazgeçirilebilir. Ancak çocuk kendini güvensiz hisseder. Duygusal acıları hissetmemek için kendini kasar içine kapanır, algısını kısar. Bu durumdaki bir çocuğa ne denirse densin tesir etmez hale gelir. Çocuk kendini kapata kapata bir müddet sonra duyarsızlaşır. Çocuk, bir davranışını düzeltmiş olabilir ama duyarlılığın kaybeder.
Çocuk merkezli bir hayat, hem çocuğu hem de ana-babayı geliştirir. Çocuk, yetişkinden farklı bir ruh âleminde yaşar. Bu âlem çocuğa has bir pembeliktedir. Hayata çocukların gözü ile bakabilmek onların sorularını cevaplamak, hatta soracakları soru hakkında önceden çalışıp hazırlık yapmak, onlarla göz göze gelerek çocuk diliyle sohbet etmek, zaman zaman çocuklaşmak, ebeveyne terapidir ve onları rahatlatır. Bundandır ki, çocuk ruhu yetişkini de iyi eder. Kaygısızlığı yetişkine de iyi gelir.
Yetişkinin kendi dünya hayatı peşinde koşarken çocuğun dünyasına girememek onu görememek her ikisi için de bir talihsizliktir. Ancak çocuklar, yetişkinlerin kendini rahatlatacağı bir oyuncağı değil hayata hazırlayacağı aziz bir misafirdir. Belki konularda hiçbir insan yeni doğmuş bir çocuk kadar kabiliyetli ve başarılı değildir.
Çocukla yaşamaktan keyif alamayan ana-babalara çocuklar yük gelir. Acelecilik çocuğun gelişmesini, önünde bir engeldir. Modern hayat aceleciliği de beraberinde getirmiştir. Anne ve babalar, telaşeci ve aceleci olduklarından, çocukları da kendilerine uydurdular. Bu durum çocuğun fıtri ve tabii olarak gelişmesine engel olur. Olayları algılama ve onları duygularıyla bütünleştirmesini, yapamaz. Onun için anne-babalar çocuklarını hızlandırmak yerine kendilerini yavaşlatmalılar. Çünkü çocuk her şeyi yeni yeni öğreniyor olması onun için heyecan vericidir. Zihninin tek noktaya odaklanması için henüz irade gelişimi yeterli değildir. Her şeyi merak eder ve öğrenmek ister. Yolda yürürken gördüğü şeylerin keşfine dalar. Kuşlar nasıl uçuyor, karıncalar ne yiyor ve nerede yaşıyor, tavşanların annesi ne yapıyor?