Denizler ve dipten gelen dalgalar

Safvet Senih

Safvet Senih

29 Eyl 2017 11:22
  • Âyetü’l-Kübra Risalesinde Üstad Hazretleri diyor ki: “Hayattarane mütemadiyen çalkalanan, dağılmak, dökülmek ve istila etmek fıtratında olan denizler, arzı kuşatıp, arz ile beraber gayet süratli bir surette bir senede yirmi beş bin senelik bir dairede koşturulduğu halde; ne dağılırlar, ne dökülürler ve ne de komşularındaki toprağa tecavüz ederler. Demek gayet kudretli ve azametli bir Zâtın emriyle ve kuvvetiyle dururlar, gezerler, muhafaza olurlar.

    “Sonra denizlerin içlerine bakar, görür ki; gayet güzel, ziynetli ve muntazam cevherlerinden başka, binlerce çeşit hayvanatın bakım-görümleri ve idareleri, doğumları ve ölümleri o kadar muntazamdır, basit bir kum ve acı bir sudan verilen erzakları ve tayinatları o kadar mükemmeldir ki, apaçık şekilde, Kudreti her şeye yeten ve Rahmeti herşeyi kapsayan  Cenab-ı Hakkın idare ve bakım-görümüyle olduğunu isbat eder.

    “Sonra o misafir nehirlere bakar görür ki, menfaatleri, vazifeleri, gelir ve giderler o kadar hikmetlice ve merhametlicedir ki, apaçık biçimde isbat eder ki, bütün ırmaklar, pınarlar, çaylar, büyük nehirler celâl ve ikram Sahibi bir Rahman’ın rahmet hazinesinden çıkıyorlar ve akıyorlar. Hatta o kadar fevkalâde depolanıp sarf ediliyorlar ki, ‘Dört nehir Cennet’ten geliyor’ diye Buhari hadisinde rivayet edilmiş. Yani zâhirî sebeplerin pek üstünde olduklarından, manevî bir Cennetin hazinesinden ve yalnız gaybî ve tükenmez bir kaynağın feyzinden akıyorlar demektir. Meselâ Mısır’ın kumistanını bir Cennet’e çeviren Mübarek Nil nehri, Güney tarafından, Cebel-i Kamer (Ay Dağı)  denilen bir dağdan mütemadiyen küçük bir deniz gibi tükenmeden akıyor. Altı aydaki sarfiyatı dağ şeklinde toplansa o buzlansa, o dağdan daha büyük olur. Halbuki o dağdan ona ayrılan yer ve mahzen, altı kısmından bir kısım olmaz. Gelirleri ise, o sıcak bölgede pek az gelen ve susamış toprak çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur, elbette o geniş dengeyi muhafaza edemediğinden, o Mübarek Nil Nehri o toprakların âdetinin üstünde Gaybî bir Cennet’ten çıkıyor, diye rivayeti gayet manidar ve güzel bir hakikatı  ifade ediyor.” 

    1803 yılının 20 Şubat gecesi filozof Humbolt, Altantik'i aşan bir gemide bulunuyordu. Deneyini şöyle anlatıyor: “Akşam saat yediye doğru, davulun gürültülü vuruşlarını, andıran bir şamata bütün gemi mürettebatını dehşete düşürdü. İlkin bu gürültüyü kayalara çarpan dalgaların sesi sandık, sonra daha da yaklaşınca, gemide bir su kaçırma olayından endişelendik. Nihayet saat dokuzu çalınca gürültü tamamıyla kesildi.”

    Humbolt’un duymuş olduğu  garip  müzik “Duaya benzer birşeyler mırıldananların” sesiydi.

    1942 yılında Amerika Birleşik Devletlerinin doğu sâhilindeki Chesapcake Körfezine deniz altından gelecek sesleri duyabilmek için bir Hydrafon ağı kuruldu. 1943 yılı yaz aylarında, o güne kadar hiç duyulmamış bir gürültü koptu. Haber alan Donanma Yüksek Yönetimi, değişik düşman cihazlarını düşündü. Deniz hayvanları ve bitkileri uzmanlarına danışıldığında, bu seslerin balıklar tarafından çıkarıldığı anlaşıldı.

    Birleşik Devletler, o tarihten beri, Kaliforniya ve Atlantik kıyılarında bu beklenmedik nağmeleri dinlemek için özel cihazlar koydular. Elbise ve renk kaprisleri gibi seslerini de mizaçlarına göre ayarlayan balıklar bulunur. Müzikseverler, balıkları bir akvaryumda toplayarak onları daha rahat dinlemek için, bu sesleri plağa aldılar.

    Dr. Hans Hass, ise banda aldığı sesleri balıklara dinleterek onların dünya seslerini ilgiyle karşıladıklarını, büyük hayretle tetkik etti. Trafik gürültülerini  yansıtan klakson sesleri ve fren gıcırtıları balıkların kaçışmalarına ve dört bir yana dağılmalarına sebep olduğu gibi, âhenkli nağmelerin tesirine kapılarak, ağır ağır bu âhenge kapılıp hareketlerini bu ritme uyduran balıklar da müşahade edilmiştir.

    Son olarak şunu hatırlatalım ki, balinaların insanı rahatsız edebilecek derecede, sireni andıran sesleri vardır. Bazen hep beraber koro halinde bir ibadet neşvesi içinde bu sesi çıkarırlar. Bu hoş nağmeler ve ince terennümleri, hiçbir sesle mukayese kabul etmez bulan Kaptan Cousteau, bunları her dinleyişinde tüyleri ürpermiş ve gözleri dolmuştur.

    Şubat 1898 tarihli Fransız Match Dergisinin “Dien Devient Tres Fort” başlıklı haberine göre: “1965 yılında iki Amerikalı astrofizikçinin elde ettiği müthiş bir olay, dünyaya yeni açıklandı. 1965 yılında iki Amerikalı uzman, kullandıkları çok özel elektron mikroskopla fezadan gelen ulvî bir mûsikî sesi kaydettiler. Milyarlarca ışık yılı uzaktan gelen bu müzik kâinatın her tarafından duyuluyor. İlim adamlarına göre bu müzik kâinatın yaratıldığı andan beri var.”

    Kur’an-ı Kerim’de bu hususta şu âyetler var: “Bak sana göklerde olan, yerde olan herkes, kanatlarını çarparak uçan dizi dizi kuşlar, hep Allah’ı tesbih ederler. Onların her birisi dua ve ibadetini ve teşbihini pek iyi bellemiştir.” (Nur Suresi, 24/41)  “Gök gürlemesi hamd ile O’nu takdis, tesbih ve tenzih eder.” (Ra’d Suresi, 13/13)  “Yedi kat gök, dünya ve onların içinde olan herkes Allah’ı takdis,  tesbih ve tenzih eder. Hatta hiçbir şey yoktur ki, O’na hamd ile tesbih etmesin.” (İsra Suresi, 17/44) 

    Kainat, zerrelerden seyyarelere, küçük büyük seslerle O’nu ulvî bir musiki ile âhenkli bir şekilde zikretmektedir. 

    Safvet Senih 
    29 Eyl 2017 11:22
    YAZARIN SON YAZILARI
    YAZARLAR