Mesnevi-i Nuriye’de Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Bil ki: ‘İnsan harekete geçtiğinde, rızık durur; insan durunca rızkı harekete geçer’ diye rivayet edilmiştir. Elhak, bu pek geniş bir hakikatin pırıltılarındandır. İşte ağaçlara bak ki, onlar mütevekkilâne yerlerinde durdukça rızıklar onlara doğru geliyor. Hayvanlara da bak ki, onlar hırs ile harekete geçtikçe, rızıkları kök salmışçasına bulundukları yerde sâbit kalıyor, heva ve heveslerinin peşinde dolaşıp duran aç ve muhtaç hayvanları renkleri ve kokularıyla nefislerine davet ediyorlar. ” (Zeylü’l-Habbe, 5. İ’lem)
Âyet-i kerimelerde buyuruluyorki: “Yeryüzünde kımıldayan / hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkı Allah’a ait olmasın. Allah her canlının hayatını geçirdiği yeri de öleceği yeri de bilir. Bütün bunlar, apaçık bir kitaptadır.” (Hûd Suresi, 11/6) “Şüphesiz, rızkı veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır.” (Zâriyat Suresi, 58) “Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenmeyen nice canlıların ve sizin rızkınızı Allah veriyor.” (Ankebût Suresi, 60) Üstad Hazretleri eski eserlerinde de bu husus üzerinde durmuştur. Birisinde özetle diyor ki: “İnsan anne karnında a’cez yani en âciz vaziyette iken göbeğinden besleniyor. Doğunca âciz ama artık dudaklarını kıpırtadacak güçte olduğu için memelerden sütü emip besleniyor. Büyüyünce, güçlü-kuvvetli olduğu için rızkının peşinde koşuyor…
Yirmi Birinci Mektup’ta da diyor ki: “Evet, kâinatın şehadetiyle, nihayet derecede Rahman, Rahîm, Lâtîf ve Kerîm olan Hâlık-ı Zülcelâl-i ve’l-İkram, çocukları dünyaya gönderdiği vakit, arkalarından rızıklarını gayet lâtif bir surette gönderip ve memeler musluğundan ağızlarına akıttığı gibi, çocuk hükmüne gelen ve çocuklardan daha ziyade merhamete lâyık ve şefkate muhtaç olan ihtiyarların rızıklarını dahi, bereket suretinde gönderir. Onların iâşelerini, tamahkâr ve bahil (cimri, pinti) insanlara yükletmez.”
On Yedinci Lem’a’da Üstad Hazretleri vazife yapmakta lezzet bulunduğunu izah ederken diyor ki: “Hem en açık bir delil, horoz veya yavrulu tavuk gibi hayvanatın vazifelerinde gösterdikleri fedâkârâne ve merdâne vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip bulduğu rızka onları çağırır; yemez, onlara yedirir. Ve bir şevk ve iftihar ile hem zevk ve lezzet alarak o vazifeyi gördüğü görülür. Demek o hizmette, yemekten fazla bir lezzet alır. “Hem küçük yavrularına çobanlık eden tavuk dahi, yavrularının hatırı için ruhunu fedâ eder, ite atılır. Kendini aç bırakıp onları doyurur. Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki, açlık acısına ve ölmek elemine üstün gelir.“
“Hayvanı vâlideler yavrularını, küçük iken vazifeleri bulunduğundan lezzetle himâyeye çalışır. Büyük olduktan sonra vazife kalkar, lezzet de gider. Yavrusunu döver, elinden dâneyi alır. Yalnız, insan nevindeki validelerin vazifeleri bir derece devam eder. Çünkü insanlarda zaaf ve acz itibarıyla daima bir nevi çocukluk var, her vakit de şefkate muhtaçtır… Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesinden lisan-ı hâl ile süt gibi en güzel bir gidayi ister, alır, meyvelerine yedirir, kendisi bir çamur yer. nar ağaci sâfi bir şarabı, hazine-i Rahmetten alıp meyvesine yedirir; kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kaanat eder.” (Sekizinci Nota) Konuyla ilgili Hacı Kemal Erimez Ağabey şöyle diyor;“Altmış yaşımda da annem beni kucağına yatırır, başımı okşardı. Bir seferinde ‘Yâ annem ben artık çocuk değilim, sen ne yapıyorsun böyle diye itiraz edecek oldum. Başıma şöyle bir vurup ‘Sen ne zaman böyle büyüdün de bana lâf ediyorsun’ dedi.”