Dr. Reşit Haylamaz Hocamız, “Bizim Firavun” isimli kitabında orijinal ve enteresan olaylardan bahsediyor:
Ebu Cehil’in kardeşleri arasında en aktif olanı, şüphesiz Hâris İbn-i Hişam’dı. Ebu Cehil ile ana-baba bir kardeşti. Hakkında şiirler yazılacak kadar itibar gören önemli bir isimdi. Kavmi onu el üstünde tutar, hürmette kusur etmezdi. Bedir, Uhud, Hendek gibi yerlerde İslam’a karşı kılıç kullanmış, kardeşi Ebu Cehil’in bayraktarlığını yaptığı her yerde fiilen o da bulunmuştur. Hz. Seleme ve Hz. Ayyaş’a işkencede Ebu Cehil’in veziri gibidir; Kuba’ya kadar Ebu Cehil’le gelip Hz. Ayyaş’ı işkence için yeniden Mekke’ye getirmede ona yardım eden de odur.
Nihayet günler Mekke Fethine geldiğinde o da karşı koymak istemiş, ancak gayretlerinin neticesiz kalacağını görünce de bir kenara saklanmayı tercih etmiştir. Hatta bu sıralarda Hz. Ali’nin peşine düştüğü Hâris İbn-i Hişam’a, Ebu Talib’in kızı Ümmü Hânî EMAN VERMİŞ ve ancak bu vesileyle canını kurtarabilmiştir. Resulullah (S.A.S.) bu hadiseyi duyunca ona: “Senin eman verdiğine biz de eman verir ve sözünün arkasında dururuz, buyurmuş ve böylelikle Hâris İbn-i Hişam için de aydınlık günler başlamıştır.
Gerçekte fethi, Hz. Hâris kendi iç dünyasında yumuşamıştır; Ebu Cehil’den kalma ne kadar huy ve haslet varsa hepsini bir kenara bırakmış, geçmişinin üzerine kalın bir çizgi çizerek yepyeni bir dünyaya adım atmıştır. Bundan böyle o, hassaslardan daha hassas ve nezihlerden daha nezih bir hayat yaşayacaktır.
Mekke Fethinden yaklaşık on dokuz gün sonra yaşanan Huneyn’e katılan Hz. Hâris, Herâzinliler ile yaka-paça olurken, aynı zamanda kardeşi Ebu Cehil’in bayraktarlığını yaptığı yirmi bir yıllık karanlık dünyasına da kılıç sallıyordu.
Allah Resulü (S.A.S.), müellife-i kulûb olarak ona da o gün yüz deve vermiştir.
Cebrail Aleyhisselamın getirdiği Vahyi merak etmiş ve bir gün Peygamber Efendimize (S.A.S.); “Sana vahiy nasıl geliyor?” diye vahyin mâhiyetini sormuştu. Şöyle bir almıştı: “Bazen vahiy, zil sesine benzer şekilde gelir ki, bu bana en ağır gelen ve en çetin olanıdır. Cebrail benden ayrılıp gittiğinde söylediklerinin hepsini ezberlemiş olurum. Bazen de Melek, insan suretinde gelir, benimle konuşur, ben de onun dediklerini ezberlemiş olurum.”
Bundan sonraki günlerinde o artık samimi bir Müslüman olarak, eski günlerindeki hatalarını affettirebilmek için cepheden cepheye koşuyor ve İslâmiyet için gayret gösteriyordu. Bunlar için vatandan ayrı kalmak gerekiyorsa, onu yapıyor, ailesinden ve malından, mülkünden ayrılmak gerekiyorsa, buna da, evet, diyordu.
Artık sevilen bir insandı. Mücahede için Mekke’yi terk edip bir nefer olarak Şam cihetine gideceği duyulunca, Mekkelilerin yüreğine bir hüzün çökmüştü… Gidiyordu gitmesine ama, Mekkeliler buna râzı değillerdi… Neredeyse herkes vedalaşmak için yollara dökülmüş, onu uğurlamaya gelmişti. Yıllarca Ebu Cehil’in işkencelerine şahit olan Batha mevkiinin üst tarafına geldiğinde durmuştu. Onun durduğunu gören arkasındaki insan seli de durmuştu. Ağlıyorlardı! Onların ağlayışlarını görünce o da kendini tutamadı ve ağlamaya başladı. Hüzünle kendisini süzen bakışlara bir şey demek gerekiyordu. Döndü ve şunları söyledi:
“Ey insanlar! Bugün ben, ne nefsimi düşündüğüm için, ne de sizin beldenizden daha hayırlı bir beldeyi murâd ettiğimden dolayı Mekke’yi terk edip gidiyorum. Bilakis mesele çok daha ciddi! Bizden önce bu yolda ne babayiğitler yollara dökülüp bayrağı göğüsledi. Halbuki onlar ne bizden daha yaşlı ve tecrübeli idiler ne de bizden daha saygın kişilerdi! Bizler ise, olduğumuz yerde kalakaldık. Vallahi Mekke dağları altın olsa ve bizler onları Allah yolunda sarfetmiş olsak da onların bir günlerine yetişemeyiz. Allah’a yemin olsun ki onlar bizi dünyada geçip gittiler, bırakın da şimdi biz, onlarla Âhiret yurdunda birlikte olacak adımlar atalım! İşte benim bugün gidişimin sebebi de bundan başkası değil… Mesele çok daha büyük: Bugün biz, Allah yolunda mücaheye gidiyoruz.”
Hz. Hâris, amcası Velid İbn-i Muğîre’nin kızı ve Halid İbn-i Velid’in kızkardeşi ile evli idi… Hz. Hâris’in Ümmü Hakîm adındaki kızı Ebu Cehil’in oğlu İkrime ile evli idi. Ümmü Hakîm, Mekke Fethi’nin ikinci günü Müslüman oldu, sonra da kocası İkrime için, Efendimizden (S.A.S.) eman olarak peşinden Yemen’e kaçan İkrime’yi bulup ikna ederek huzur-ı Peygamberiye (S.A.S.) getirdi ve Müslüman olmasına vesile oldu. Müslüman olduktan sonra Hz. İkrime, Efendimizden (S.A.S.) kendisi için istiğfar talebinde bulundu. Efendimize (S.A.S.) o güne kadar müşriklik döneminde yaptıklarının iki mislini İslam adına yerine getireceğinin sözünü verdi ve gerçekten bu sözüne sâdık bir Müslüman olarak geçirdi. Kur’an-ı Kerim’i ellleriyle sımsıkı tutar yanağına yaslayarak “Rabbimin kelâmı!” diye hıçkıra hıçkıra ağlardı… Nihayetinde Yermük Savaşında, oğlu ve iki amcasıyla birlikte şehid oldu… İşte bunlar, Ebu Cehil’in kardeşleri, oğlu ve torunu idiler… Onun için hiç kimse bizim ebedî düşmanımız olmamalıdır. Efendimizin (S.A.S.) “Bu ümmetin Firavunu Ebu Cehildir.” buyurduğunu biliyoruz. Gerçekten öyle yaşamış öyle de ölmüştür ama, işte en yakınları da düşmanlığı bırakıp en doğru yolda hayatlarını feda etmişlerdir.