12 Eylül 1980’den sonra M. Fethullah Gülen Hocaefendi İzmir’den ayrıldıktan sonra görüşmeleri bazen İstanbul’da bazen Ankara’da yapıyordu. Bir seferinde Ankara’da Kıbrıs Caddesi üzerinde merhum Abdülkadir Akşit Ağabeyin kiraladığı bir evde sohbet ediyorduk. Bir ara Hocaefendi ayrılınca ben sehpanın üzerindeki Tarihçe-i Hayat kitabını elime aldım rastgele açtım. Karşıma Üstad Hazretleri’nin el yazısına örnek iki sayfalık bir mektup çıktı. Onun yazı şekline bakıyor ve dâhinin el yazısına dikkat ediyordum. Üstadın başka bir mektubunda şöyle de bir sözü vardı: “Kader bana hat (yazı yazma) kabiliyeti vermemiş. Halbuki nesebi kardeşlerimin hatları çok güzel. Benimkiler 8-9 yaşlarındaki çocukların yazıları gibi… Bir saatte bir sayfayı ancak yazabiliyorum. Hikmeti, belki de benim kâtiplere muhtaç olmamla, bir cemaat haline gelmemize sebep olmaktır.”
Ben farkında değildim. Meğer bu arada Hocaefendi gelmiş arkamdan o da aynı yere bakıyormuş. Bana “Bu mektuptan ne anlıyorsun?” dedi. “Ben zaten mânasına değil, harflerin şekline bakıyordum.” dedim. Hocaefendi, “Biz Erzurum’da medresede okurken, Mehmet Şergil’in dersanesine davet edilmiştik gayet sade ve küçük bir yerdi. Oraya girince, sanki bana sahabelerin yaşadığı bir yer gibi geldi. Ben ‘Ya Rabbi beni bu cemaatten eyle’ diye dua ettim. Babam Ramiz Efendi sahabe ile ilgili kitaplar okurdu, onlara âşıktı. Ben de öyle idim. Birkaç gün sonra cuma idi. Camide Efendimize (S.A.S.) âşık bir vâiz vaaz ediyordu. Ben coşmuştum, kendimden geçercesine ‘Yâ Rabbi beni bu cemaatten ayırma!’ diye tazarruda bulundum. O günlerde medrese arkadaşım ve beraber Risale dersine gittiğimiz Hâtem Hocaya mübarek gecelerden biri olması hasebiyle ihyâ edeyim diye çok ibadet ve dua etmiş ama uyuyup kalmış. Rüyasında Üstad Hazretleri bana bu mektubu ve bir ölçek bir güveç dolusu cevizi vermiş. Ceviz görmek seyahate işarettir. Ben böylece Edirne’ye gittim.” dedi. Niye Edirne diye çok düşündüm. Orada annesinin dayı oğlu Hüseyin Top Hoca olduğu için olabilir, dedim. Ama daha sonra Prof. Dr. Yunus Serin Hoca, Hocaefendi’den şöyle bir söz nakletti: “Ben Hâtem Hoca’nın rüyasından sonra kendim rüyamda Üstad’ı gördüm. Üstad, bana ‘Edirne’ye git ve hizmeti başlat’ dedi. Ben de babamdan sonra annemden izin alarak gittim.’ demiş.
Aslında Hocaefendi’nin Risale-i Nurlarla tanışması, 1957 Ramazanı’nda gerçekleşmiştir. Tokat’ın Artova kazasında bir şahısla karşılaşır. Çevresine Üstad’ı anlatmaktadır. İnsanlar onun sözlerinin tesirinde kalınca Erzurum’dan tanıdığı Mehmet Şergil’den Risale talep eder. O da bir koli gönderir. Kitaplar gelince insanlara arzetmeden önce bir kendim okuyayım, diyerek onları mütalaa eder ve çok tesirlerinde kalır. Daha sonra da Mehmet Kırkıncı Hocanın davetiyle (yukarıda anlatıldığı üzere) Mehmet Şergil’in dersanesine gider. Ondan sonra da Risale-i Nur sohbetlerine devam eder.
Bir Risale dersine gittiğinde Muzaffer Arslan Ağabeyle karşılaşır. Üstad Hazretleri onun Türkiye’nin doğu bölgesini dolaşmasını istemiş. O da bazı yerleri dolaştıktan sonra Erzurum’a gelmişti. On beş gün kalmıştı. Bu arada Hocaefendi kendisiyle görüşmüştü. İlk gün ‘Hucumat-ı Sitte Risalesi’ni, ikinci gün ise, ‘Beşinci Şua’yı ders olarak okur. Muzaffer Arslan Ağabeyin sade hayatı ve samimi davranışları Hocaefendi’ye çok tesir eder. Hele pantolonun iki dizinin yamalı olması, ibadetlerindeki ciddiyeti ve derinliği ayrı duygular yaşatır.
Hocaefendi bu duruma defalarca aynı hislerle ve heyecanla anlatmıştır. Ben de Muzaffer Ağabeyi tanırdım. Defalarca görüşmüştük. Ayrıca Mehmet Ali Şengül Hocamızdan da benzer şeyler duymuştum. Hatta günlerce aç kaldıktan sonra “Bir hastanenin yemekhanesinden çöplüğe atılan yiyecekler içinden seçtiklerimle karnımı doyurdum” demiş…
Hocaefendi, Erzurum’a 1952’de gelmişti. 1958’de Erzurum’dan Edirne’ye gitmişti. Edirne’den askere gitmişti… Askerlikten sonra bir müddet Erzurum’a gitti. Oradan tekrar Edirne’ye döndü… Edirne’de daha sonra Kırklareli’de hizmet faaliyetlerinde bulundu.
Dr. Yüksel Çayıroğlu bu hususta diyor ki: “Onun bu yollardaki hayatına baktığımızda, vaaz ve nasihat etmenin yanı sıra insanlık adına faydalı gördüğü her türlü faaliyetlerin içinde yer aldığını ve sahip olduğu değerleri muhtaç sinelere duyurabilme adına sürekli yeni yollar aradığını görürüz. Mesela o, Edirne’de görev yaptığı yıllarda Hür Söz Gazetesi’nde bazı yazıları yazmış ve zaruri ihtiyaçlarından arta kalan maaşının tamamını, faydalı gördüğü hizmetlerde harcamıştır. Mesela o yıllarda Müslümanların sesi olmaya çalışan dergilere destek vermiş; Edirne’ye bir-iki tane gelen Büyük Doğu Dergisi’ni beşe, yirmi beş tane gelen Hür Adam Dergisi’ni de kırka çıkarmış ve farklı vesileleri kullanarak bunları uygun gördüğü insanlara ulaştırmaya çalışmıştır. Dergilerin yanında o günlerde çok az sayıda neşredilen dînî ve ahlaki kitapları da satın alarak, başkalarının okumasını temin etmeye gayret etmiştir. Risale-i Nur eserleri de onun dağıttığı kitaplar arasındadır.”
Edirne’de tanıştığı Müftü Yaşar Tunagür Hocaefendi, orada olduğu müddetçe Hocaefendi’ye kol kanat germiş daha sonra Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olunca da onu kendi yerine İzmir’e getirmiştir. Yaşar Tunagür’den sonra Edirne’ye müftü olan Suat Yıldırım Hocaefendi ile de arkadaşları olmuş hatta kiraladıkları aynı evin odalarını paylaşmışlardır…