On Beşinci Mektup’ta Üstad Hazretleri kendisine sorulan “Sahabeler evliyalık nazarı ile fitne ve fesat çıkaranları neden keşfedemediler? Tâ Hulefâ-i Râşidin’in (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz Ali’nin) üçünün şehit olmasını netice verdi. Halbuki küçük sahabelere, büyük velilerden daha büyük deniliyor?” suâline verdiği cevapta diyor ki: “Bunda iki makam var;
Birinci Makam, dakik bir evliyalık sırrının beyanı ile sual halledilir. Şöyle ki: Sahabelerin velâyeti, velâyet-i kübra denilen peygamberlik verasetinden gelen, berzah tarîkına uğramayarak, doğrudan doğruya zâhirden hakikate geçip, İlahî akrebiyetin inkişafına bakan bir velayettir ki, o velâyet yolu, gayet kısa olduğu halde gayet yüksektir. Harikaları az, fakat meziyetleri çoktur. Keşif ve kerâmet orada az görünür.
“Hem evliyanın kerametlerinin çoğu, kendi iradeleriyle değil. Ummadığı yerden İlâhî ikram olarak bir harika ondan zuhur eder. Bu keşif ve kerâmetlerin çoğu da seyr ü sulûk zamanında, tarikat berzahından (aralığından) geçtikleri vakit, âdî (sıradan) beşeriyetten bir derece uzaklaşıp sıyrıldıklarında, alışılmamış harika hallere mazhar olurlar. Sahabeler ise, Peygamber Efendimizin (S.A.S.) sohbetinin akislerinin yansımasıyla, incizâbı ile ve iksiriyle tarikattaki seyir ve sülük daire-i aziminin içinde yürüyüp seyretmeye mecbur değiller. Bir kademde bir adımda ve bir sohbette zâhirden hakikate geçebilirler.
“Misal olarak dün gece kadir gecesiydi. Bu leyle-i Kadir’e ulaşmak için iki yol var.
Birincisi: Bir sene gezip dolaşıp sonra o geceye gelmektir. Bu yakınlığı kazanmak için bir sene mesafeyi katetmek lâzım gelir. Şu ise, ehl-i sülukün (Hayatlarını Allah rızasına ulaşmak için riyazatta, zikir fikirle belli bir usul dairesinde kendi bedenî ve cismanî arzularından uzaklaşarak kalb ve ruhun hayat dairesine yükselmeye çalışanların) mesleğidir ki, ehl-i tarikatın çoğu bununla gider.
İkincisi: Zaman bağlı olan maddî cisimlerinin kılıfından sıyrılıp uzaklaşmakla, ruhen yükselip, dün geceki Leyle-i Kadri, öbür gün, bayram gecesiyle beraber bugünkü gibi hazır görmektir. Çünkü ruh zamanla bağlı değil. İnsanî hisler ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir. Başkalarına nisbeten geçmiş ve gelecek olan vakitler, ona nisbeten hazır hükmündedir.
İşte bu temsile göre dün geceki Leyle-i Kadr’en geçmek için ruh mertebesine çıkıp, mâziyi hazır derecesinde görmektir. Şu kapalı ve anlaşılması zor olan sırrın esası Akrebiyet-i İlâhiyenin (Cenab-ı Hakk’ın bize bizden daha yakın olmasının) inkişafıdır.
“Meselâ güneş bize yakındır; çünkü ziyası, harareti ve misali aynamızda ve elimizdedir. Fakat biz ona uzağız. Eğer biz nurâniyet noktasında onun bize akrebiyetini (bizim içimize dolan hararetini ve ışığını yani bize bizden daha yakınlığını) hissetsek, aynamızdaki misali olan timsaline münasebetimizi anlasak o vasıta ile onu tanısak; ziyası, harareti ne olduğunu bilsek, onun akrebiyeti bize inkişaf eder ve yakınımızda onu tanıyıp münasebettar oluruz. Eğer biz güneşten uzaklığımız nokta-i nazarından ona yakınlaşmak ve tanımak istesek, pek çok fikir seyahatlerine ve aklî yolculuklara mecbur oluruz ki, fennî kanunlarla fikren göklere çıkıp somadaki güneşi tasavvur ederek, sonra seyahatindeki ziya ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi uzun uzadıya fennî tetkiklerle anladıktan sonra, birinci adamın kendi aynasında az bir tefekkürle elde ettiği mânevî yakınlığı ancak elde edebiliriz.
İşte bu temsil gibi nübüvvet ve peygamberlik varisliğindeki, velâyet akrebiyet sırrının inkişafına bakar. (Sahabe efendilerimizin durumu bu sır ile ilgilidir.) Diğer velilikler ise kurbiyet (yakınlık) esası üzerine gider. Birçok mertebede seyr ü sülûka mecbur olurlar.
İkinci Makam: Sahabeler dönemindeki o hadiselere sebebiyet veren ve fesadı çeviren birkaç yahudiden ibaret değildir ki, onları keramet yolu ile keşfetmekle fesadın önü alınsın. Çünkü pek çok muhtelif milletlerin İslâmiyet’e girmekle, birbirine zıt ve muhalif çok cereyanlar ve fikirler karıştı. Bilhassa (İranlılar gibi) bazılarının milli gururları, Hz. Ömer’in (R.A.) darbeleriyle dehşetli yaralandığından, seciyeleri itibariyle intikama fırsat beklerlerdi. Çünkü onların hem eski dini (ateşperestlik inancı) iptal edilmiş, hem şeref vesilesi saydıkları eski hükümetleri ve saltanatları tahrip edilmişti. İntikamlarını bilerek veya bilmeyerek İslâmî hâkimiyetten almaya hissen taraftar bir suret almışlardı. Onun için ‘Yahudi gibi zeki ve dessas bir kısım münafıklar, o ictimaî durumdan istifade ettiler denilmiş. Demek o hadisenin önünü almak o vakitteki ictimaî hayatı ve muhtelif fikirleri ıslah ile olurdu. Yoksa birkaç fesat çevirenin keşfedilmesiyle olmazdı.”
Yirmi Yedinci Söz’ün Zeyli sahabeler hakkındadır. Üstadımız sahabe efendilerimizin diğer büyük evliyalardan bile büyük ve üstün olmalarının hikmet ve sebeplerini bu zeylide anlatıyor: Özetle: Efendimizin (S.A.S.) sohbeti bir iksirdir. Aslında sohbette insibağ (aynı renklerle boyanmak) ve inikas (aynı akislere, aynı mânevî yansımalara) mazhar olmak söz konusudur. Diyelim ki, sohbet sırasında birden vahiy geliyor. Vahyin ağırlığından bazen bindiği deve yere çökerdi. Sohbet sırasında yanında bulunan sahabenin O’na temas eden ayağının üzerine bir dağ çökmüş gibi vahyin ağırlığı kendisini hissettirirdi. Onun için sadece Efendimizi (S.A.S.) görmekle sahabe olunmaz. Yani Efendimiz (S.A.S.) hayatta iken ve gören kimse onunla mümin olarak görmesi şarttır. Müşrik iken görüşenler, Efendimizin (S.A.S.) vefatından sonra Müslüman olsalar bile sahabe sayılmışlar. Hatta vefat-ı nebeviden sonra rüyada değil; yakaza halinde görüşseler bile yine sahabe sayılmazlar. Lazer ışınlarının bazı maddeleri değiştirmesi gibi Müslüman insanları Efendimizin sohbetlerinin böyle müthiş bir değiştirmesi vardır.
Sahabeleri, o görüşmeler öyle değiştiriyor ki, günahların kötülüğünü maddeten de hissediyorlar. Biraz önce bir arkadaşları hakkında gıybet edenlere, Efendimiz (S.A.S.) siz biraz önce kardeşinizin etini yediniz diyor. Onların ağızlarından göğermiş ve çirkin şekilde etler dökülüyor. “Siz gıybet ettiniz” buyuruyor. Veya Efendimiz bir toplulukta sohbet ederken ortalığı bir leş kokusu sarıyor. Efendimiz (S.A.S.) “Şu anda bir topluluk başka bir topluluğun gıybetini yapıyor; leş didikler gibi o koku buraya ulaşıyor meâlinde konuşuyor. Şimdi buna şahit olan ve maddeten de hisseden kimselerin hâlini bir düşünelim…
Bir şeye sebep ve vesile olan onu yapmış gibidir gerçeğine göre İslamiyet’in ilklerinden olan sahabelere ümmet-i Muhammed’in yaptığı iyiliklerden dolayı kıyamete kadar sevaplar gidecektir. Artık kim onlara denk olabilir.