“Ve meselühüm fi’l-İncîl…’ Yani ‘Sahabelerin İncil’deki mesel ve sıfatları şöyledir: ‘Öyle bir ekin gibi ki, filizini çıkarmış, sonra da onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da artık gövdesi üzerinde doğrulmuş. Öyle ki, ekicilerin hoşuna gider, kâfirleri de gayz içinde bırakıp öfkelendirir.” (48/29) Fıkrası, iki cihetle gaybtan haber vermedir. “Birincisi: Ümmî yani okuması-yazması olmayan bir peygambere nispeten ğayb hükmünde olan İncil’in Sahabeler hakkındaki ihbârını haber vermektir.
Evet, İncil’de, Âhir Zaman’da gelecek Peygamber’in (S.A.S.) vasfında ‘Onun yanında kılıcı vardır, ümmeti de öyledir.’ ayetleri vardır. Yani, Hz. İsa Aleyhisselam gibi kılıçsız değil, belki kılıç sahibi ve cihada memur bir Peygamber gelecek, cihada memur olacaktır. Onun sahabeleri de kılıçlı ve cihada memur olacaklardır. O kılıç sahibi Peygamber Âlemin Reisi olacak. Çünkü İncil’in bir yerinde ‘Ben gidiyorum (gitmem lâzım ki) tâ Âlemin Reisi gelsin.” (Yeni Ahid Yuhanna, Bâb: 16, Âyet: 7) Yani Âlemin Reisi (Muhammed Aleyhisselam) geliyor. “Demek oluyor ki: İncil’in bu iki fıkrasından anlaşılıyor ki, Sahabeler her ne kadar başlangıçta az ve zayıf görünseler de fakat çekirdekler gibi büyüyüp gelişerek yükselip kalınlaşıp kuvvetleşerek, küffarın gayzlarını onlara yutkundurup boğduracak vakitte, kılıçlarıyla insanları kendilerine boyun eğdirip Reisleri olan Peygamber Aleyhisselamın ise, Âleme Reis olduğunu isbat edecekler. (İspat etmişlerdir.)
Aynen Fetih Suresi‘nin şu âyetinin meâlini ifade ediyor. “İkinci Vecih: Şu fıkra ifade ediyor ki, sahabeler gerçi az ve zayıf oldukları için Hudeybiye Sulhu‘nu kabul etmişler; elbette ve herhalde az bir zamandan sonra süratle öyle bir inkişaf, ihtişam ve kuvvet kazanacaklar ki, yeryüzü tarlasında İlahî Kudret eliyle ekilen ve insanların o zamanda gafletleri cihetiyle kısa, kuvvetsiz, noksan bereketsiz sümbüllerine nispeten gayet yüksek, kuvvetli, meyvedar ve bereketli bir surette çoğalacaklar, kuvvet bulacaklar ve haşmetli hükûmetleri gıptadan, hasedden ve kıskançlıktan gelen bir gayiz ve öfke içinde bırakacaklar.
Evet istikbal, gaybî olarak verilen bu haberi çok parlak bir surette göstermiştir. “Şu haber verişte gizli bir îmâ daha var ki: Sahabeyi mühim vasıf ve sıfatlar ile överken, en büyük bir mükâfâtın vaat edilmesi, makam yönünden lâzım geldiği halde, mağfireten kelimesiyle işaret ediyor ki, istikbalde sahabeler içinde fitneler vasıtasıyla mühim kusurlar olacak… Çünkü mağfiret, kusurun meydana geleceğine delâlet eder. O zamanda da sahabeler nazarında en mühim istek ve arzu ve en yüksek ihsan mağfiret olacak. En büyük mükâfât ise Allah’ın affetmesi ve cezâ vermemesi olacaktır.
İşte mağfireten kelimesi, nasıl bu lâtif imâve ince işareti gösteriyor. Öyle de surenin başındaki ‘Bu fetih, Allah’ın senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlaması… İçindir’ (48/2) cümlesiyle münasebetlidir. Surenin başı, hakikî günahlardan mağfiret değil; çünkü İsmet (masumluk) var, günah yok. Belki Peygamberlik makamına lâyık bir mâna ile Peygambere mağfiret müjdesi ve surenin sonunda sahabelere mağfiret ile müjde etmekle, gizli işaret imaya bir letâfet (incelik, güzellik) daha katar.
“İşte Fetih Suresi’nde zikredilen üç âyeti, Kur’an’ın en önemli mucizelik vecihlerinden yedi veçhini bahsettik. Cüz’î irade ve kadere dair Yirmi Altıncı Söz’ün âhirinde, şu âhirki âyetin harflerinin vaziyetindeki mühim bir mucizelik parıltısına işaret edilmiştir. Bu âhirki âyet, cümleleriyle sahabeye baktığı gibi, kayıtlarıyla dahi yine sahabenin ahvâline bakıyor. Lâfızlarıyla, sahabenin vasıflarını ifade ettikleri gibi harfleriyle ve o âyetteki harflerin tekrarlanan adetleri ile yine Bedir Ashabı, Uhud, Huneyn, Saffe, Rıdvan gibi sahabelerin meşhur tabakalarında bulunan zâtlara işaret ettikleri gibi, cifir ilminin bir çeşidi ve bir anahtarı olan tevâfuk cihetiyle ve ebced hesabiyla daha çok sırları ifade ediyor.” “Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan Sensin” (232)