Bir arkadaşımız anlatmıştı: “Bir zaman rüyet-i hilâl (yani Ramazan ve Bayramı tespit için hilâli görmek) için yüksek bir dağın zirvesine çıkıyorduk. Hocaefendi'yle birlikte beş-on arkadaş en yüksek noktaya ulaştık. Fakat şiddetli bir esinti vardı. Hatta bir ara, iftarlık için getirdiklerimizi bile rüzgar dağıtıverdi. Arkadaşların bir kısmı dağın beline kadar gelmişlerdi ve bize ulaşmak istiyorlardı. Bir kısmı henüz çok aşağıda idi bize ulaşıp ulaşmamakta tereddüt yaşıyorlardı. Bazıları da ne düşündülerse dönüp gitmeye başladılar. Bu durumu gözlemleyen Hocaefendi sonra şöyle bir değerlendirmede bulundu: ‘Bir zaman gelecek aynen böyle olacak… Maalesef yolda dökülenlerin olması mukadder!..’ Seneler sonra bu süreçte olanlara bakıp o sözleri hatırlıyorum.”
M. Fethullah Gülen Hocaefendi bir soruya cevap verirken şöyle diyor: “Günümüzde bizden daha zeki, çok donanımlı, oldukça mükemmel ve hemen her meseleye aklı eren insanlar var. Fakat onlardan çoğu, sıradan bir mümin kadar bile iman hakikatlerini kavrayamıyorlar. O kadar akıllı insanlar, âlemde her varlık tecessüm etmiş bir KELİME olup kainatı Yaratanı gösterdiği halde, bu kelimelerden hiçbirini okuyamıyor, anlayamıyor ve Kendisini binlerce dille ifade eden Cenab-ı Hak mevzuunda hiçbir hakiki bilgi elde edemiyorlar. Dahası, bazıları ilim kapısından girip MARİFETE doğru gidiyorlar gibi görünüyorlar ama İRFAN UFKU’na asla ulaşamıyor, MUHABBET ŞERBETİNİ hiç yudumlayamıyor ve RUHÂNÎ ZEVKLER adına da hiçbir şey tadamıyorlar. Öyle ki, onların hallerini düşününce, Hz. Musa Efendimizin taaccübü gibi bir hayretle doluyor ve ‘NASIL OLUR?’ demekten kendimi alamıyorum.
“Rivayetlere göre: Hz. Musa Aleyhisselam TUR DAĞINDA HAK (c.c.) ile mülaki olmaya yürüdüğü sırada bazı insanların Allah yolundan döndüklerini görür ve şöyle der: ‘Rabbim, bu insanlara ne oluyor ki, Sana vardıktan sonra yüz çevirip gerisin geriye dönebiliyorlar? Nasıl oluyor da bunca güzellikleri gördükten sonra, onları terk edip karanlıklara yönelebiliyorlar?’ Hz. Musa’nın bu izah isteyişi üzerine, Cenab-ı Hak, ona HİKMET lisanıyla cevap veriyor: ‘Ey Musa, onlar Bana vâsıl olamamışlardı; henüz yoldaydılar. Hem onlar, Benim yolumun yolcuları da değillerdi. Bana gelmiyorlardı. Başka gayeler için bu yola düşmüşlerdi. Şimdi geri dönüşleri de bu yüzdendir. Yoksa benim yolumda bulunup Bana ulaşmaya karar verselerdi veya bana vâsıl olsalardı asla geriye dönmezlerdi.
“Evet, bazıları yolun yarısından dönüyor; kimileri de daha yolu bile bulamıyorlar. Demek ki, O’nun yolunda olmak ve ona ulaşma peşinde bulunmak da Cenab-ı Hakk'ın hususî bir mevhibesi. Demek ki, O’na karşı kulluk şuuruyla dolmak ve İ’lâ-yı Kelimetullah uğrunda çeşit çeşit hayırlı faaliyetlere koyulmak da O’nun ekstra bir lütfu. Demek ki, bu konuda insan iradesi şart-ı âdî planında bir şey ifade ediyor ama, her şeyi ifade etmiyor. Akıl, kalb ve şuur gibi lâtifelerin kısmen tesirleri olsa da hükmü onlar vermiyor. İlk planda anlayamayacağımız, belki sonra da tam kavrayamayacağımız çok ince bir vesileden dolayı mıdır, nedir; ‘İşte bu Allah’ın öyle bir lütfudur ki, onu dilediğine verir’ (Mâide Suresi, 5/54) hakikatinin Sahibi, sanki insanın iradesini, cehdini gayretini hiç nazar-ı itibara almıyormuş gibi ekstra lütuflarda bulunuyor.” (Nurlu Bir An ve İhsan Üstüne İhsan)
Evet bu lütuflar, Cenab-ı Hakkın, bu mazhariyet sahiplerinin iradelerinin hakkını vererek ortaya koyacakları yüksek bir PERFORMANS’a önceden bahsettiği bir avans olsa gerektir. ..
Safvet Senih