Fetih Suresi’nde, “Göklerin ve yerin orduları hep Allah’ındır.” (48/4) Âsî ve zâlimlerin kimisini gökten gelen belâlarla, kimisini, sularla boğarak, kimisi, yerin dibine batırarak yok etmiştir. Ad, Semud ve Lût kavimlerinin, Nemrut ve Firavunların âkıbetleri ortadadır. Fil ordusunu, Ebabil kuşlarının ordularıyla yok etmiştir. Allah’ın ilham ve lütufları ile geliştirilen teknik imkânlara karşı nankörlükte bulunup uçakların kullanılmasından sonra, “gökleri bir kağıt gibi delecek Tanrı’nın yokluğunu isbat edeceğiz” diyenleri göklerden ateş kusan silahlarla yokluklara perişanlıklara mahkûm etmiştir. “Teknik-teknolojiyi son derece geliştirdik, ölüme bile çare bulabiliriz. (hâşâ!) bir tanrıya ihtiyacımız yok” diyenleri gözle görülmeyen virüslerle diz çöktürmüş, gurur ve kibirleri yerle bir etmiş, hatta Başbakan seviyesindekilerin gözlerini göklere diktirip “Artık işimiz Tanrıya kaldı.” dedirtmiştir…
“Göklerin ve yerin orduları (memurları) hep Allah’ındır.” âyeti en küçük zerrelerden, en büyük kürrelere kadar her şey birer memur olarak her an Cenab-ı Hakk’ın ilim-hikmet ve kudretiyle iş gördüklerini, hem kainattaki en güzel İlahî sanat eserlerinde iş gördüklerini de ifade etmektedir. Hatta Otuzuncu Söz’deki zerre bahsinde bu husus izah edilmektedir: “Her bir zerrede; hem hareketinde, hem sükûnetinde, iki güneş gibi iki nur-u tevhid parlıyor. Çünkü her bir zerre, eğer Cenab-ı Hakk’ın memuru olmazsa, O’nun izni ve tasarrufu ile hareket etmezse, ilim ve kudreti ile analiz- sentezlerde halden hâle geçmezse, o vakit her bir zerrenin nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, her şeyi görür bir gözü, her şeye bakar bir yüzü, herşeye geçer bir sözü bulunmak lâzım gelir. Çünkü unsur ve elementlerin her bir zerresi, her bir canlı cisimde muntazaman işler veya işleyebilir.
Eşyanın intizamları, teşkilat kanunları (işleyip sistemleri) birbirinden farklıdır. Onların nizamları bilinmezse, işlenilmez; işlenilse de yanlışsız yapılmaz. Halbuki yanlışsız yapılıyor. Öyle ise, o hizmet eden zerreler, ya her şeyi kuşatan bir ilim sahibinin izin ve emriyle, ilim ve iradesiyle işliyorlar veyahut kendilerinde öyle her şeyi kuşatan bir ilim ve kudret bulunmak lâzım geliyor. “Evet havanın her bir zerresi, her bir canlının cismine, her bir çiçeğin her bir meyvesine, her bir yaprağın binasına girip işleyebilir. Halbuki, onların teşkilatların ayrı ayrı tarzdadır, başka başka nizam ve sistemleri var. Bir incir meyvesinin fabrikası, faraza bir çuha makinesi gibi olsa; bir nar meyvesinin fabrikası da şeker makinesi gibi olacaktır… O binaların, o cisimlerin programları birbirinden başkadır. Şimdi şu hava zerresi, bütün onlara girer veya girebilir ve gayet hikmetli şekilde ve ustabaşı gibi yanlışsız olarak işler, vaziyetler alır. Vazifesi bittikten sonra kalkar gider.
“İster hareketli havanın, hareketli zerresi, ya bitkilere ve hayvanlara, hatta meyvelerine ve çiçeklerine giydirilen suretlerin miktarların teşkilatını, biçimini bilmesi lâzım geldiği, veyahut onlar, bir bilenin emir ve iradesi ile mamur olması lâzım geldiği gibi, sâkin toprak, sâkin olan her bir zerresi, bütün çiçekli nebâtâtın ve meyveli ağaçların tohumlarına vesile ve menşe olmak kâbil olduğundan hangi tohum gelse ve o zerrede, yani misliyet itibarıyla bir zerre hükmünde olan bir avuç toprakta kendine mahsus bir fabrika ve bütün lüzumlu şeylerine ve teşkilatına lâzım bütün cihaz ve donanımları bulunduğundan; o zerrede ve o zerrenin kulübeceği olan bir avuç toprakta, ağaçlar ve bitkiler, çiçekler ve meyvelerin nevileri adedince muntazam manevî makine ve fabrikaları bulunması veyahut mucizekar, her şeyi yoktan, içten icad eder ve her şeyin ve her cihetini bilir bir ilim ve kudret bulunması lâzımdır veyahut Mutlak Kudret Sahibinin, her şeyi bilir bir İlim Sahibinin emir ve izniyle, kudret ve kuvvetiyle o vazifeler gördürülürler…”