“Böylece biz (Ashab-ı Kehfin) aralarında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık. İçlerinden biri: ‘Ne kadar kaldınız?’ dedi. (Kimileri) ‘Bir gün veya günün bir parçası kadar kaldık’ dediler; (kimileri de) şöyle dediler: ‘Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir. Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de, baksın (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin.” (Kehf Suresi, 18/19) âyetinin tefsirinde M. Fethullah Gülen Hocaefendinin tesbitleri şunlardır:
“Mağara Ashabından birisi çarşıda alış-veriş yaparken gerek giyim kuşamı gerekse kullandığı PARADAN fark edilince, şehir halkı, -bir kısım kaynaklara göre- başta vâli olmak üzere onu takip ederek, Ashab-ı Kehfi mağarada bulurlar. Daha önceden gerek vicdanî kültür yani dededen toruna intikal ile, gerekse kitapların kayıtlarından hareketle, Ashab-ı Kehf’i tanıyan binler –yüz binler imanlarını basitten mürekkebe, ilme’l-yakînden ayne’l-yakîne, ondan da daha ötesine yükseltirler ve bu şok hadise ile toplum öylesine temelinden sarsılır ki, herkes dine koşar ve işte İlahî takdir gereği bu kahramanlar ikinci defa da misyonlarını böyle edâ eder ve çekilip kendi âlemlerine dönerken arkalarından binlerce insanı alır kendi düşünce ufuklarına yükseltirler.
“Bu âyet-i kerimede dikkati çeken ikinci bir husus da PARA’dır. Neticesi ne olursa, olsun dünya ve dünyalık onları ele vermiştir. Bakın, Yemliha’yı –eğer o ise- şehir halkının fark etmesi PARA ile oluyor. Neticesinin iyi olması bir lütuf; ama PARA yakalatıyor. Öyle ise, mefkûre insanı ele geçmeyi, dost-düşman çevre tarafından yakalanmayı arzu etmiyorsa, kazanma değil, dünya zaafı ile olmamalıdır. Evet, öteden beri nice servi revân canlar, nice muktedir sultanlar hep bu insafsız gaddar PARA’nın esiri olmuşlardır. İnsanın fıtratındaki bu PARA’ya karşı zayıf nokta kullanılarak nice milletler pâyimâl edilmiş ve nice toplumlar tarih olup gitmiştir.
“Ne var ki, dinin intişar etmesi ve âlemin her tarafından Şehbal açması da yine PARA’ya, yani MADDÎ FİNANSMAN gücüne bağlıdır. Dikkat edin, Ashab-ı Kehf o birkaç dirhemle dışarı çıkınca o toplumda din adına hemen ikinci bir PATLAMA meydana gelmiştir. Bu itibarla da, işin bu yanı da ayrı bir önem arzetmektedir. Evet MADDÎ FİNANSMAN meselesi de katiyyen göz ardı edilmemelidir.
“Yalnız, bu konuda İslâmî nasslar, âyet ve hadisler sonra da Allah Rasûlünün (S.A.S.) davranışları bize örnek olmalıdır.
“Evet, Müslüman para kazanmalıdır, zengin olmalıdır; olmalıdır ama gönlünde de zerre kadar ona yer ve değer vermemelidir. Onu koymak için hırsızların gelip de çalamıyacağı fıkhî ifadesiyle muhrez (koruma altında) bir hale getirecek kadar bir yer bulmalı ve oraya koymalıdır. Sonra da onu milli hizmetlerde hızlıca yol alınabilecek yollarda kullanmalıdır. Düşünün ki, -Rabbinizin inayetiyle – tahakkuk eden milletçe şu gelişmelerde maddi finans gücü olmasaydı bu kadar büyük işler nasıl gerçekleşebilirdi!... Demek ki, maddî güç dîn-i mübîn-i İslâm’ın yayılmasında çok önemli dinamiklerden bir… Bu açıdan da onu elde etme cehdi de bir ibadet sayılabilir… Sayılabilir ama kazanırken alın teri ve fikir sancısıyla kazanılmış, harcanırken de hevâ ve heves istikametinde değil de, bir yüce mefkûreyi ikame edebilme yolunda harcanabilmişse…”
“… Unuttuğun takdirde Allah’ı an ve: ‘Umarım Rabbim beni, bundan daha yakın bir zamanda muvaffakıyete erdirir.’ de.” (18/24), Âyet-i kerimede belirtilen yola iletme, dinin insanların ruhunda hâkim olması ve vicdanların onu bir bütün halinde kabullenmesi… v.s. ise, işte bu durum, Musevîlikte de Îsevîlikte de, Müslümanlıkta da farklı zaman aralıkları ile tahakkuk edegelmiştir. Mesela Yahudiler arz-ı mev’uda girebilmek için KIRK YIL Tîh sahrasında rûhî kıvama yürümüşler… Hıristiyanlık zuhurundan ilk ÜÇ ASIR baskı altında bulunmuş ama sonra kabul görmüş. Müslümanlığa gelince âyette de ifade edildiği gibi DAHA YAKIN, DAHA AZ bir zamanda yani YİRMİ ÜÇ gibi KISA BİR ZAMAN diliminde hüsn-ü kabule mazhar olmuştur. İhtimal, âyet-i kerime, GAYBTAN HABER VERME nevinden işte buna işaret etmektedir.
“Burada ‘Unuttuğun vakit Rabbini an’ emri, yukarıda geçen hasbelkader İNŞÂ ALLAH denecek yerde unutup diyemeden, değişik vesilelerle hep O’nu anmamız icab ederken, gaflete gelip âyetlerini düşünmeme, adını yâd etmeme durumlarına kadar hemen her halde ‘Rabbimiz bizi, eğer unutmuşsak veya hata etmişsek bizleri muâheze edip sorumlu tutma’ (2/286) mülâhazalarıyla yeniden O’na yönelmeyi ihtar etmekte, unutma ve gaflet keffâretinin ZİKRULLAH (Allah’ı zikredip anma) olduğunu hatırlatmaktadır.
“İşte böyle bir zikir, fikir ve Ashab-ı Kehf gibi dolup yüksek bir metafizik gerilim elde etme sayesinde, daha kestirme bir yoldan ma’şeri vicdana ulaşma lütfu zuhur edecek ve muvaffakıyetler sâlih dairesi içine girilecektir ki, âyetin sonu da buna işaret etmektedir.” (M. Fethullah Gülen, Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar)
Hocaefendinin bu derin tesbitlerinden yani seneler öncesi Kur’anî hazinelerden çıkardığı mücevherlerden günümüze lâzım olanları kalbimize koyup gereklerini yerine getirmemiz gerekir.