Seni kuyuya atan
Seni bir meçhule giden bir kervana satan
İşte o hafakan
Seni esir pazarında
Üç beş kuruşa paylayan
İşte o kafa
Seni yıllar yılı
Hapislerde tutan
Seni bin defa
Beraatten sonra
Yeni mengenelerde sıkan
Yine o hafakan
Hasan Feyzi diliyle hitap edelim sana:
“Boyun bâlâ, gözün şehlâ, gören mecnun seni Leyla ,
Sözün ferşte, gözün Arşta, gönül meftun sana cânâ,
Nikabın nur, nigâhın nur, hitabın nur, senin ey nur!
Bağın Nursî huyun munis, özün İdris ferd-i yektâ
Açılmış gül, öter bülbül, yüzünde var zarif bir tül,
Yazılmış üstüne nurdan (Kâb-ı Kavseyni ev ednâ)
Sana cânın fedâ etmez mi, senden hem görenler hak
Sözün hak, özün hak, mesleğin hak, hem merteben ulyâ.”
Yine de sende bir hal var!
Zülüflerin dağınık, nur-efşan sîman mahzun
Boynun bükük, dilin suskun
Sen Yusuf musun?
Ey doygunluğa ermiş ruh!
Nesl-i Cedîd deyip seni ararız;
Issız çölde gece giderken
Bir ateş gören Musa gibi
Almak için bir haber ve ateşten bir kor
Ki, sinede yanıyor
Hem nurundan bir şule…
Nebiler beşiğinde sallanmış gibi
Bir edâ var sende
En mukades ninni
Nakşolmuş gibi gönlüne
Ve nağmeleri, hâlâ peşinde
Sevkediyor seni bir hedefe…
Ey dağınık kâkülünde amber kokusu
Kalbinde derin bir huşu taşıyan
Mesih soluklu, Heraklit pazulu!..
Ey Yusuf-meşrep!
Bitmedi mi çilen
Bitmedi mi zindanın;
Yalnızlığın ve hicranın?
Ne zaman sonsuzluk seyahati
Hızır-Musa buluşması
Sırlı yolculuk?
Ne zaman olacak Zülkarneyn gibi
Güneşin doğduğu-battığı
İklimlere varış?
Ne zaman fitneye karşı kuracağın set?
Ne zaman bozgunculuğa dur deyiş?
Bil ki, Kenan ili perişan
Seni ovandan obandan koparalı
Boyunlar buruk
Gözler yaşlı, beller bükük
Durmaz Yakupların gözyaşları
Artık bir sahne bekliyoruz
Bedeviyetten medeniyete geçişi hazırlayan
Ne zaman saklanacak Melik’in tası
Bünyamin’in çuvalına
Esrarın düğüm noktası
Ne zaman apaydın çözülecek?
Ve ne zaman dinecek Yakub’un gözyaşı?
Ey boyu bâlâ
Bu kıtlık ne zaman erecek sona?
Kıtlık ki, kıtlık
En başta insan ve vicdan kıtlığı…
Gerçi satsalar da seni
Bir köle gibi kardeşlerin
Ama korkma
Âdil pederin
“Arayın” dedi, “her yerde”
İnse de gözlerine perde…
Kokunu almak ister
Ne olur, hiç olmazsa gönder
Bir gömleğini
Râyihan burnunda tüter…
Ey gözyaşlarının suladığı fidan
Ey ruhlarda açan
Gönüllerde tomurcuklanan
Nâzenin çiçek
Ey kalb sadefinde kıyamete dek
Gülümseyecek inci
Ey duaların meyvesi!...
Bu sesi ve bu nefesi,
Senin destanlarında tükettik…
Şimdi bir ışık belirdi
Ziya ziya gözlerimize
Bir yavuz yürekli
Yunus nefesli
Gökte aranıp yerde bulunan
Adına binler destan yakılan
Bir yiğit gibi çıktı karşımıza
Soruyoruz sana
Hem de son bir defa:
Sen gerçekten Yusuf musun yoksa?..
Safvet Senih