Mesnevi-i Nuriye’de, “Kur’an yıldızlarının nurlarından Bir Nur” isimli Üçüncü Risale’de Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: Ey hayvan, sakın nebatata karşı büyüklük taslamaya kalkışma. Çünkü o kardeşlerindeki sanat zenginliği sendekinden daha tam ve mükemmeldir. Görmüyor musun ki, bütün hayvanat cinslerinin etleri birbirine yakın veya benzer olduğu halde, meyve cinslerinin, hatta nevilerinin, hatta sınıflarının etleri birbirinden farklı ve çeşitlidir. Bu da gösteriyor ki, Kudret kalemi onlarda pek zarif şekilde işlemiştir.
Hem hayvan ve insan neslinde bereket yedi tane ise, nebâtat ve ağaçlarındaki ise yetmiş, yedi yüz, yedi bindir. Aynı şekilde, senin nebâtat ve ağaçlardan olan kardeşlerin, kendilerine hizmet olunan Allah’a tevekkül eden varlıklardır. Hem kendilerinin, hem de pek kalabalık olan yavrularının rızıkları onlara gelir. Öyle ki, güyâ her bir ağacın kökleri Rahmet hazinesine bitişiktir; oradan onlara açılan birer menfez vardır. O menfezlerden onların muhtelif ihtiyaçlarına uygun olan rızıkları İlahi Rahmet onlara taksim eder; İncirin yavrusuna halis bir süt, narınkine tertemiz bir şerbet, zeytinin evlâdına mübarek bir yağ, cevize nurlu bir yağ verir ve hâkezâ. İşte bu durum ihtiram isteyen bir âyettir. İşte, ey kibirli hayvan! Nebâtatın sana böyle üç mertebe tercih edilmesinin sebebi, senin enaniyetin, hırsın ve iradendir. Onun için, teslim ol ki, selâmet bulasın.
“İnsan zayıf yaratılmıştır.” (Nisâ Sûresi, 4/28)
Ey İnsan! Sakın hayvanlara karşı büyüklük taslamaya kalkma. Çünkü senin diğer hayvanlar üzerine çıkmana sebep, zaaf ve aczinden ibarettir. Tıpkı bir çocuk gibi ki, anne ve babası ile büyük kardeşleri üzerinde Aczinin kudreti ve zaafının kuvvetiyle hükmeder. Sen hayvanat içinde, hayatının levâzımatını elde etme hususunda kendinden daha âcizini görüyor musun? Senin hayatının korunması için tecrübe yoluyla veya ders almak suretiyle yirmi senede ancak eline geçen şeyler, hayranının eline yirmi günde, bazen yirmi saatte, bazen de yirmi dakikada geçiyor. Hatta hayvanattan bir fert, hayvanî hayatın muhafazası hususunda sizden birbiriyle yardımlaşma halindeki bir cemaate tek başına müsavî gelebiliyor. Buna karşılık, sadece ve özellikle de İslamiyet ve kulluk yönünden insan-ı kâmil olma cihetinde, insanın bir ferdi onların pek çok nevilerine ve türlerine denk sayılır.
Ey insan ve ey ene! Sen hayvanatın en aşağısından daha aşağı, daha zelil ve daha âciz de olabilirsin; bütün hayvanat nevilerinin en azizi ve en mükemmeli de olabilirsin. Artık dilediğini sen seç. Hâl böyle olduğuna göre, âcizliğini ve zayıflığını bil ve anla ki, senin gücün ve kuvvetin ancak Mâlik'inin huzurundaki dua ve ağlayışındadır.
İnsanın sanat eserleri diye iftihar ettikleri şeye gelince; Bunlar da, Allah’ın ilhan eseri yaratma ve ikramıdır. Cenab-ı Hak bu suretle, pek garip bir güzellik izhar etmek, pek acip bir yazı icad etmek ve aslî nimetlerin insan hevesinin hendesesiyle mezcedilmesinden meydana gelen nimetlerini tattırmak için, âleme yayılmış olan muhtelif nimet çeşitlerini insanla bir araya toplamıştır.
Ey insan! Sen külliyen Allah’ın mülkü olduğuna izân ettiğin zaman âlemde O’nun şeriki (ortağı) olamayacağına da iman etmiş olursun. Yoksa, kendinin üçte biri de nefsine verdiğin takdirde, bu bölüşme, kainatın tamamında da ortaya çıkacaktır. Aynı şekilde, O’nun mülkünden senin enâniyetine bir dirhem temlik edecek (mülk olarak verecek) olsan, her bir ferdin ve her bir sebebin de birer dirheme mâlik olduklarını tasdik etmen lâzım gelir. Bu suretle Allah’ın malını O’ndan başkaları arasında taksim etmiş olursun.
Hem kevnî ilimler ve âfâkî (dış âlemlerin) marifetlerin fihrist ve haritasıdır. Sendeki eneyi açtığın zaman kainat da sana açılır; eğer nefsini unutursan, dış âlemlerden gelecek bilgi ve irfanlar kapanır, katmerli cahilliklere ve faydasız safsataları döner.
Hem insan, Cenab-ı Hakk’ın güzel isimlerinin gizli definelerindeki tılsımların anahtarlarını kendisinde bulunduran bir hazinesin. Bu sebeple kendinde nihayetsiz bir âcizlik gördüğün zaman, Yaradan’ın hadsiz kudretine şahit olursun. Kendinde hadsiz bir muhtaçlığa şahit olduğun zaman da Rezzak’ının nihayetsiz zenginliğini görmüş olursun. Ve hakeza. Sanki O’nun güzel isimleri senin hal ve tavırlarının zulmetleri üzerine yazılmış nûrânî harflerdir; zulmetin şiddeti ne derece zâhir olursa, o yazıların nuraniyeti de o derece parlar.
Münezzehtir (Her türlü eksik ve kusurdan uzaktır.) o zât ki, ağaçlar yapraklarıyla, çiçek ve meyveleriyle O’na hamdeder. Çiçeklerin açması, yaprakların artması, meyvelerin olgunlaşması, yeşil dalların ellerinde yaprakların çocuklar gibi oynaşması, rüzgarda neşeyle sallanması, görenler için fasih ve vâzıh bir nutuktur ki, onu inşa edeni metheder ve bir Vâhid-i Kahhar için şiirleri söyler.
Ağaçların, ağızları harfleri; lâfızları yapraklar; çiçekler, meyvelerdir. Çiçeklerin tebessümü, o Kâdir’e teşekkür için süslenmektendir. Meyveler, kendilerini yeryüzüne saçan Zât’ın rahmetiyle gülerler. Bakanların gözünde on nağmeli lisanı var. Nizamı ölçülü, mizanı muntazam, nurlu renkler içinde. Nakışlı sanatı, sanatlı nakışları, güzel tasvir edilmiş şekli içinde. Ziynetli boyası, boyalı ziynetleri pek hoş tatlar içinde. Sanatının hayret ve hayranlık veren acibeleri, nevilerinin artıp çoğalması, etinin çeşitliliği, hepsi birden Yaradan’ına hamdeder, Kâdir’inin vasıflarını anlatır.
Münezzehtir o Zât ki, arz bahçesini sanatının teşhir yeri yapmıştır. Bütün bu çileli nebâtat, meyveli ağaçlar, ziynetli hayvanat güzel kuşlar ve sanatının harikaları O’nun ilminin şâhidleri ve lütfunun delilleridir. Bu bahçelerde meyvelerin ziynetiyle gülen çiçeklerin tebessümü, cinlere ve insanlara, ruh sahibi varlıklara ve hayvanata Rahman’ın sevgisi, Hannan’ın merhametidir.
İşte bu gözle görünen keyfiyet, akıl sahibi bir ehl-i tahkik için bir şâhid olduğu gibi, ahmak bir münafığı dahi Cenab-ı Hakk’ın sanatını ve birliğini kabul etmek zorunda bırakır. Öyle ise iyi düşün ve de ki: O’ndan başka Yaradan yok, Hak’tan başka Fâtır yok.
Elbette yok ve olamaz da…