M. Fethullah Gülen Hocaefendi çocuklara örnek olma konusunda şöyle diyor:
“Yetiştirme durumunda olduğumuz çocuklarımıza karşı duygularımız, düşüncelerimiz, sözlerimiz, kalbî hayatımız, davranışlarımız hep örnek olma hedefine bağlanmalıdır. Evet onların mükemmel şekilde yetişmesini istiyorsak, bu hususa fevkalâde dikkat etmek zorundayız. Meselâ, onların namaz kılmalarını arzu ediyorsak, namazı gözlerinin önünde mükemmel bir ihtimam ile eda etmeli, Allah’a karşı edebin sınırları konusunda tavrımızı ortaya koymalıyız. Hep doğru söylemeli ve yalandan uzak durmalıyız. Onların uygunsuz söz söylemelerini arzu etmiyorsak, o evin içinde, uygunsuz hiçbir söz söylememeli ve onların hâfıza lügatlarına uygunsuz kelimeler katiyen yazılmamalıdır. Aziz olmalarını, namuslu yaşamalarını, ırzımız kadar başkalarının ırzına, namusuna karşı hassas olmalarını düşünüyorsak, aynı vaziyetin o evin içinde yaşanmasını sağlamalı ve bu işin ilk kahramanları biz olmalıyız.
“Kur’an-ı Kerim okumalarını, Kur’an’ın hakikatlerini âşina olmalarını istiyorsak, o evin içinde sabah akşam, hem de onların duyacağı şekilde Kur’an müzakere etmeli, Kur’an’ın o muallâ mevkiine ihtiram göstermeliyiz ki, onları çelişkiye itmeyelim.
“Binaenaleyh söz, duygu, kalbî heyecanlar ve davranışlar evde en müessir eğitim esaslarıdırlar ve mutlaka değerlendirilmelidirler. Yoksa meseleyi sadece, başkasına havale ederek ‘Şuna bir şeyler anlatın’ demeye bağlarsanız çocuğa hiçbir şey anlatamazsınız.”
Bazı insanlar lokomotif gibidir, vagon hükmündekileri hemen peşlerine takarlar. Kendi iradesiyle iyi ve güzel işler yapmak isteyenlerin kendinden motorlu olmaya gayret etmesi ve neticede lokomotif olması gerekmektedir.
Bir çocuklar topluluğunda bir çocuk ağlarsa, diğer çocuklar da ağlamaya başlarlar. Büyük insanlar içinde bile bir kişi esnerse, diğerleri de esneme isteği duyarlar. Yani bazı şeyler bulaşıcıdır. Aynen salgı hastalıklarda da durum böyledir…
Üstad Hazretleri, talebelerinden Vanlı Molla Hamid Ağabeye, “Kardeşim bazı insanlar vardır, tırpanları almış ekinleri biçenleri yanına gelirler. Gelin oturup bir sigara içelim derler, meşgul edip gayretlerini kırarlar. Ama bazı insanlar da vardır, tembel tembel oturanların yanlarına gelir tırpanı, orağı eline alır ‘Haydi gelin biraz iş yapalım deyip herkesi gayrete getirirler. İşte bunlar ehli gayret mübarek insanlardır. Molla Hamid! Ah bir bilsen gayrete getirip iyi ve güzel işler yaptırmak o mahşer ne kadar fayda verecek!. Ah bir bilsen bir dakika boş durmazsınız!..” diye ikaz ediyor…
Bir arkadaşımız anlattı: “Bir ilk okulda iken evimize yakın Hizmetin evi vardı; üniversite talebeleri kalıyordu. Biz mahallelimizdeki yaşıtlarımızla çok gürültü yapardık. Sokakta top v.s. oynardık. Ağabeyler bize tahammül ederlerdi. Sonra ortaokul seviyesine gelince bizimle ilgilenmeye başladılar. Bir ağabeyimiz bizleri İstanbul’un tarihi mekanlarını ve müzelerini gezdiriyordu. Bir mekandan çıktık hemen, çok hızlı giden arabaların geçip durduğu yolla karşılaştık. Bazı arkadaşlar yolun ortasına fırlamışlardı. Ağabeyin bizlere bir şey olmaması için yolun ortasına, bizim önümüze bir atlayışı vardı ki, bir annenin evlatlarını korumak için arabaların önüne atlayışı gibiydi. Senelerce bu manzara gözlerimin önünden gitmedi ve hâfızamdan silinmedi!.. Beni bu Hizmete ve Hizmet mensuplarına bağlayan en güçlü bağ işte bu olaydır. Ne anlatılırsa anlatılsın bu kadar tesir etmezdi…
Özbekistan’da Hizmet vermiş Batı Trakyalı bir arkadaş demişti ki: Özbekistan’da büyük iç karışıklığı yaşanmaktaydı. İnsanlar birbirini sokak ortasında öldürüyorlardı. Hacı Kemal Erimez Ağabeyin şeker, tansiyon ve kalb rahatsızlıkları vardı. Onun için Özbek idareciler, ‘Ne olur Hacı Ata’yı tek başına bırakmayız? Yolun ortasında yığılıp kalabilir!..’ diye ikaz ettiler. Buna rağmen nasıl çıkardı, göz-kaş arası nasıl ortadan kaybolur hiç bilemezdik. Bir de bakarsınız, devletin üst konumundaki zatlardan birisiyle okula çıkıp gelmiş. Hiç dili yok… Nasıl anlaşırdı bilemiyorum. Tarzanca tavırlarla onları konuşa konuşa okulumuza getirir. Hizmeti tanıtırdı… Seneler sonra kendi kendime ‘Bu kadar ülkeler dolaştım. İngilizce öğretmenliği yaptım, Boğaziçi mezunuyum. Artık memleketime gideyim, bir İngilizce kursu açıp rahatıma bakayım,’ diye düşündüm, bir Hacı Kemal Ağabey hatırıma geldi. Bu Ağabeyin dağlar dolu zeytinlikleri vardı… Çok zengindi… Yalılar satın alıp çoluk çocuğuyla keyfine, zevkine bakabilirdi. Ömrünün son anına, enerjisinin son damlasına kadar hep Hizmette geçti. Eşinin ve sevgili kızının son demlerinde yanlarında değil, Hizmet için gurbet ellerde idi. ‘Yazıklar olsun bana’ diyerek vazgeçtim.