Barla Lâhikasında 117. Mektup Hâfız Hâlid’e aittir. Hafız Halid Tekin Barlalıdır. Isparta’nın Sütçüler kasabasında ve Eğirdir’in İlâma köyünde ilkokul öğretmenliği yapmıştır. Öğretmenliği bıraktıktan sonra Barla’nın Pazar Camiine imam olmuştur. Risale-i Nur’un ilk talebe ve kâtiplerinden olan Hafız Hâlid medrese tahsili görmüş ve bu tahsilini kendi gayretleriyle inkişaf ettirmiştir... Bu mektubunda Üstad hakkındaki hissiyatını ifade etmiştir.
Üstad Hazretleri Mektubat Risalesinin 4. Mektubunda, Hulûsî Beye diyor ki: “Birincisi: Bir parça mahrem bir sırdır; fakat senden sır saklanmaz. Şöyle ki: Ehl-i hakikatın bir kısmı nasıl ki, Vedûd ismine mazhardır ve âzamî bir mertebede o ismin tecellileriyle, mevcudatın pencereleriyle Cenab-ı Hakka bakıyorlar. Öyle de: Şu hiç ender hiç olan kardeşinize, yalnız Kur’an hizmetinde istihdam edildiği sırada ve o nihayetsiz hazinenin dellâlı olduğu bir vakitte Rahîm isminin ve Hakîm isminin mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş. Bütün Sözler (Risaleler) o mazhariyetin tecellileridir.”
8. Şua’da şöyle deniliyor: “İkincisi: Risale-i Nur, İsm-i Âzam cilvesiyle ve Rahîm ve Hakîm isimlerinin tecellisiyle zuhur ettiğinden, imtiyazlı hassası ‘Allahü Ekber’den iktibasen Celâl ve Kibriya; ‘Bismillahirrahmanirrahîm’den istifazaten (feyiz alarak) Merhamet ve Şefkat ‘Ve hüvel-Aziz’ül-Hakîm’den istifadeten Hikmet ve İntizam üzerine gidiyor. Onun ruhu ve hayatı onlardır. Diğer meşreplerdeki aşk yerine, Risale-i Nur’un meşrebinde müştakane şefkattir ve re’fetkârâne muhabbettir. Nasıl ki, Hz. Ali (R.A.) sarîh (açık) bir surette Risale-i Nur’un yazılış tarihini ve mükemmeli yakalama zamanını ve meşhur ismini, ‘Tükâdü Sirâcün-Nur’ fıkrasıyla haber vermiş; öyle de ‘Bi Nûri Celalin Bâzihın’ izzet, azamet, celâl ve kibriyadır. ‘Şerantahın’ Süryânîce Raûf ve ‘Berkûtin’ Rahîm demektir. Demek Hz. Ali (R.A.) Risale-i Nuru tarif ederek ‘Hayatını ve Nurunu, kibriya, azamet, refet ve rahîmiyetten alıyor.’ diye seçkin hususiyetlerini beyan ediyor.”
Hafız Halid ise bu mektubunda başka bir hususa dikkati çekerek diyor ki: “Üstadım kendisi, Nur ism-i celîline mazhardır. Bu ism-i şerîf, kendileri hakkında bir İsm-i Azamdır. Kendi köyünün ismi Nurs; vâlidesinin ismi Nuriye; Kâdirî üstadının ismi Nureddin; Nakşî üstadının ismi Seyyid Nur Muhammed; Kur’an üstadlarından Hâfız Nuri; Kur’an hizmetinde hususî imamı Osman Zinnûreyn; fikrini ve kalbini tenvir eden Nur ayetidir. Müşkül meselelerini izaha vâsıta olan Nur temsilleri gayet kıymetlidir. Risalelerinin hepsine Risale-i Nur ismini vermesi, Nur ismi onun hakkında İsm-i Âzam olduğunu teyid etmektedir.”
Bu mektupta, Risale-i Nur’un, bir marifet Kameri (Ay’ı) olup bir hakikat güneşi olan Kur’an’ın nurundan feyiz aldığını; Üstadın da Kur’an hakkında bir Kamer (Ay) hükmünde olup Peygamberlik semâsının güneşi olan Hz. Muhammed Aleyhisselam’dan nurunu aldığını ve bu nurun Risale-i Nur şeklinde tezahür ettiğini ifade ediyor.
Yine bu mektupta Üstadın bir özelliği şöyle anlatılıyor: “Üstadım, başkalarında nâdiren bulunan mümtaz hasletlerinden, zâhirî tavrının pek üstünde bir vaziyet gösteriyor. Zâhir hâle bakılsa, ilmihali bilmiyor gibi görünüyor, birden bakarsın bir derya kesiliyor. Söyleyecekleri mevzuunda kendisine izin verildiği kadarını, Resul-i Ekrem Aleyhisselamdan istifade derecesi nisbetinde söyler.”
Bir önceki mektupta da Mustafa Hulûsî şöyle bir tesbitte bulunuyordu: “Risaleleri okurken, çok arkadaşlar, çok hayrette kalırlardı. ‘Bu koca Bedî’ bu inciye benzer sözleri, bu kelimeleri nereden buluyor?!.’ diye birbirimize çok defa diyorduk. Lisanına baksan, birşey istifade edilmez gibi görünüyor. Halbuki, söyledikleri hep hikmettir. Nazarımıza dehşet veriyor, nur serpiyor, diye tekrar tekrar iştiyakla okuyorduk. Bunun üzerine ‘Risale-i Nur, okuyanlar için, bir iksîr-i a’zamdır.’ diye hükmettik.”
Hâfız Halid Üstadın kâmil mânadaki tam tevâzuunu da şöyle ifad ediyor: “İşte bu tevâzu hasletinin gereği olarak bizim gibi talebelerinden bazı ilmî meselelerde muhâlefet eden olursa, onların sözlerini araştırır, içlerinde eğer hak varsa, kemâl-i tevâzu ile ve lezzetle kabul ederek ‘Mâşâallah’ der. ‘Siz benden daha iyi bildiniz. Allah râzı olsun.’ der.”