Kehf Suresinde Zülkarneyn Aleyhisselamdan şöyle bahsediliyor: “Bir de sana Zülkarneyn’i sorarlar. ‘Size onun bir hadisesini anlatayım’ de. Biz Zülkarneyn’e dünyada geniş imkânlar verdik ve onun ihtiyaç duyduğu her konuda sebep ve vasıtalar ihsan ettik. O da Batıya doğru bir yol tuttu. Nihayet Batı’ya ulaştığında güneşi âdetâ kara bir balçıkta batar vaziyette buldu.” (Kehf Suresi, 18/83-86)
Dinsizler, “Güneş dünyada çok büyük nasıl bir kara balçıkta batabilir?” diye itiraz ediyorlar. Bunun üzerine Senirkentli Ağabeyler, bu meselenin Üstad Bediüzzaman Hazretlerinden izahını istemişlerdi. Üstad Hazretleri de şöyle cevap veriyor: “Kur’an âyetleri, Arabî üslub üzerine ve zâhir nazara göre umumun anlayacağı bir tarzda ifade ettiği için, çok defa benzetme yani teşbih ve temsil suretinde beyan ediyor.
“İşte güneşin, hararetli ve çamurlu bir pınar ve çeşme gibi görünen Atlas Okyanusu’nun sâhilinde veya volkanlı, alevli, dumanlı dağın gözünde gurup edip battığını görmüş. Yani, zâhir nazarda Atlas Okyanusunun sâhillerinde, yazın hararetinin şiddetiyle etrafındaki bataklık hararetlenip buharlaştığı bir zamanda o buhar arkasında büyük bir çeşme havzası suretinde uzaktan Zülkarneyn’e görünen Okyanus’un bir kısmında Güneşin zâhirî batışını görmüş. Veya volkanlı, taş ve toprak ve maden sularını karıştırarak fışkıran bir dağın başında yeni açılmış ateşli gözünde göklerin gözü olan Güneşin gizlendiğini görmüş. İşte Kur’an-ı Hakim’in mucizâne belâğatlı ifadesi bu ‘Nihayet Batıya ulaştığında, Güneşi âdeta kara bir balçıkta batar vaziyette buldu.’ (18/86) cümlesi ile çok meseleleri ders veriyor.
Evvelâ: Zülkarneyn’in Batı tarafına seyahati, hararetin şiddetlendiği zamanda ve bataklık tarafına ve Güneşin gurup sırasına ve volkanlı bir dağın fışkırması vaktine tesadüf ettiğini beyan etmekle, Afrika’nın tamam istilası gibi çok ibretli meselelere işaret eder.
“Malumdur ki, görünen Güneşin hareketi zâhirîdir ve küre-i arzın gizli hareketine delildir; onu haber veriyor. Güneşin hakiki batışı murat değildir. Hem çeşme/ pınar, teşbihtir. Uzaktan büyük bir deniz, küçük bir havuz gibi görünür. Hararetten çıkan sis ve buharlar ve bataklılar arkasında görünen bir denizi, çamur içinde bir çeşmeye teşbihi ve Arapça hem çeşme, hem Güneş, hem göz mânasında olan AYN kelimesi, belâğat sırları yönünden gayet mânidar ve münasiptir. (Hâşiye) Zülkarneyn’in nazarında uzaklık cihetiyle öyle göründüğü gibi, Arş-ı Azam’dan gelen ve gök cisimlerine kumanda eden Kur’an’ın semâvî hitabı, Rahmanî bir misafirhanede lâmba vazifesini gören emre âmâde Güneş’i Atlas Okyanusu gibi bir çeşme-i Rabbânîde gizleniyor demesi, azametine ve ulviyetine yakışıyor ve muvazane üslûbu ile, denizi hararetli bir çeşme ve dumanlı bir göz gösterir. Semavî gözlere öyle görünür.
“Elhasıl: Atlas Okyanusu’na çamurlu bir çeşme/pınar tabiri, Zülkarneyn’e nisbeten uzaklık noktasında o büyük denizi bir çeşme gibi görmüş. Kur’an’ın nazarı ise her şeye yakın olduğu cihetle, Zülkarneyn’in his yanılması nevindeki nazarına göre bakamaz. Belki Kur’an, göklere bakarak geldiğinden küre-i arzı, kâh meydan, kâh bir saray, bazan bir beşik, bazan bir sayfa gibi gördüğünden; sisli, buharlı koca Atlas Okyanusunu bir çeşme tabir etmesi, azamet-i ulviyeti gösteriyor.
(Hâşiye) FÎ AYNİN HAMİETİN (Kara bir balçıkta, hararetli çamurlu bir pınarda ) ifadesindeki AYN (Pınar, güneş, göz mânalarına) belâğat sırlarına göre lâtif bir mânayı rumuzlu bir ifadeyle ihtâr ediyor. Şöyle ki: ‘Sema ve yüzü, Güneş gözüyle zeminin yüzündeki Rahmetin güzelliklerinin seyredilmesinden sonra, zemin dahi deniz gözüyle yukarıdaki İlahî Azameti temaşadan sonra; o iki göz birbiri içine kapanırken, yeryüzündeki gözleri kapıyor.’ diye mucizane bir kelime ile hatırlatıyor ve gözler vazifesine paydos işaretine işaret ediyor.”