Yön Dergisinde 3 Aralık 2017’de neşredilen Berkay Akbulut’un “Hollywood 10’lusu: Bir kara listenin hazin sonu” başlıklı yazıdan, bazı bölümleri, yaşadığımız sürece bazı yönlerden benzerlik arz etmesi itibariyle ufak tefek tasarruflarla aktarmak istiyorum:
Amerika’nın İkinci Dünya Savaşına girmesini istemeyen, savaşa girmeden demokrasi yoluyla dünyadaki problemlerin çözülmesini arzu eden bir grup Hollwood sanatçısı, memleketlerinin emperyalist ve vahşî kapitalist gidişatına karşı seslerini yükseltmeye başladılar. Savaş biter bitmez, yetkili merciler bu seslere karşı önlem almakta gecikmediler. Anti Amerikan çalışmaları takip etmek amacıyla kurulmuş olan bir komite, sektör içi muhbirlerin de emeğiyle sesi yükselen bu muhalif sanatçıları FİŞLEYİP LİSTELER OLUŞTURMUŞ, sonrasında işi daha da ileri götürüp listedeki bu sanatçıların (senaristler, yönetmenler, oyuncular, yapımcılar ve müzisyenler) meslek birliklerinden atılmasına ve uzun yıllar işsiz kalmasına sebep olmuştur. Listelerden birine kıyısından köşesinden giren ARTHUR MİLLER o dönem hâlâ devam etmekte olan bu cadı avını Amerikan tiyatro tarihinin en iyi metinlerinden biri olan The Crucible (1952) adlı oyunu yazarak belleklere kazımıştır.
Hollywoot Kara Listesinin içinde ayrı bir grup olan ve en tehlikelileri olarak görülen “Hollywood 10’lusu” nun en yeteneklisi kabul edilen, dolayısıyla en meşhuru da olan senarist Dalton Trumbo’dur. Trumbo, ant-i faşist savaş karşıtı tavrıyla dikkat çeken Johnny Got His Gun (1939) romanını yazar. Gayet sert içerikteki kitap Trumbo’ya prestijli edebiyat ödülleri kazandırır. Ödül aldığı bir törende yaptığı konuşmada “Eğer demokrasi götürmek için oraya savaşa gidiliyor, deniyorsa, bu bir yalandır. Savaşlarda demokrasi yoktur. Askeri bir diktatörlüğün altında çocuklarımızın öldürülmesini istemiyoruz.” demiştir.
Devlet güçlerinin ve ispiyoncu meslektaşların / arkadaşların sayesinde oluşturulan Kara Liste ile Amerika’da komünizmle mücadele adı altında muhalif antifaşist, özgürlükçü, eşitlikçi (çoğu yazar) ne kadar Hollywood sanatçısı varsa, tek tek fişlenir. Bu cadı avı, 1934’te, ABD içindeki Nazilerin Roosvelt’e karşı faşist darbe yapmasını engelleme amacıyla kurulduğu söylenen Amerikan Karşıtı Çalışmaları Durdurma Komisyonu’nun (HUAC) 1945’den sonra Komünizmle Mücadele Komisyonuna dönüşmesiyle başlar. Yani anti-faşist amaçla kurulduğu söylenen bu komisyon, ülkedeki anti-faşistlerin peşine düşer.
Her iki kıyıda da savaştan galip çıkan ABD’nin ve savaşın sonlanmasına en büyük paya sahip olan Sovyetlerin karşılıklı güçlenmesiyle soğuk savaşın ilk tohumlarının atıldığı bu dönemde ABD, yukarıda bir kısmını örnek verdiğimiz filimlerle alakalı kim varsa, (yazar, yönetmen, oyuncu, yapımcı, müzisyen) kurduğu ÖZEL MAHKEMELERDE yargılamak için ifadeye çağırır. Komisyonun tavrı başta saldırgan değildir. Bu yüzden, özellikle yapımcılar, filimlerinin ve ekiplerinin arkasında durur, filimlerin büyük birer sanat eseri olduklarını ve hiçbirinin komünist propaganda içermediğini söylerler: 1947’ye gelindiğinde komisyon tavrını sertleştirir. Trumbo başta olmak üzere bazı sanatçılar zorla mahkemeye getirtilir ve kendilerine bir takım sorular sorulur. İşte Kara Liste’de adları “Hollywood 10’lusu” diye anılan bu meşhur topluluk, ortak kararları sonucu hiçbir soruyu cevaplamazlar.
Bu arada o dönem halkın tiyatroyu ciddiye almadığını, asıl meselenin sinema olduğunu düşünen Komisyon tiyatrocularla uğraşmayı keser. Halkın ciddiye almaması sayesinde Arthur Miller, Tenesse Williams gibi listede adı geçen dev yazarlar yara almadan kurtulurlar. Tam o tarihlerde tiyatrodan sinemaya maddi-manevî büyük beklentilerle geçiş yapmakta olan Elia Kazan ise, arkadaşlarını hiç gözünü kırpmadan, vicdanı sızlamadan jurnalleşmiş, onlardan boşalan koca koltuğa da tek başına zevkle oturmuştur.
Bu sorgulamalar sırasında cevap vermemekte direnen Trumbo ve tayfası Mahkemeye karşı gelmekten tutuklanır, para ve hapis cezasına çarptırılırlar. Trumbo 10 ay hapis yatar. “Hollywood 10’lusu” , Senaryo Yazarları Birliği (WGA) tarafından da kara listeye alınır ve kuruluşuna emek verdikleri ve bir dönem yöneticilik yaptıkları bu birlikten atılırlar. Bu, senaristlik ehliyetlerinin ellerinden alınması, yani işsiz kalmaları anlamına gelir.
Hapisten çıkan Trumbo kendini ve yol arkadaşlarını “İFÂDE ÖZGÜRLÜĞÜ ŞEHİTLERİ” ilan ettiği açıklamalar yapar ve Amerikan entellektüellerini ortadan ikiye böler. Şiddetli destekçilerinin yanında, olan bitenin doğru olduğunu savunan sağ muhafazalar ve liberal sinemacılar da çoktur. Bu çoğunluğun içinde devlet tarafından meslektaşlarını ispiyonlaması görevi verilen ve bunu seve seve kabul eden John Wayne de vardır. Trumbo, ailesiyle birlikte Meksika’ya yerleşir. Bu büyük yetenekten mahrum kalmak istemeyen yönetmen ve yapımcılar için TAKMA ADLARLA onlara senaryo yazar. Bu dönemde Roman Holiday (1953) ve The Brave One (1956) senaryolarıyla iki de OSCAR kazanır.
1958 senesine gelindiğinde, sahneye, S. Kubrick gibi devle anlaşıp, Howard Fast’ın SPARTACUS adlı romanını filme uyarlaması için Dalton Trumbo’yu işe alarak yıllardır sürmekte olan bu REZİL BASKIYA ilk ve en büyük darbeyi vuran ve çok yüksek kariyere sahip olmasına rağmen bunu riske atarak filmin yapımcılığını da üstlenen KİRK DOUGLAS giriyor. Hemen peşinden EXODUS adlı ekip filmi yazması için Trumbo’yla çalışmak isteyen yapımcı / yönetmen OTTO PREMİNGER geliyor. Her iki film 1960 senesinin kışında jenerikte senarist olarak Dalton Trumbo yazar halde gösterime giriyor. İşte o günler BİR KARA LİSTENİN HAZİN SONU olarak tarihe geçiyor.
Artık arkası çorap söküğü gibi gelir…
Bütün zulümlerin ve gadirlerin sonu işte böyle cesurca mücadeleler neticesinde gelir… Muhbirler, ispiyoncular, iftiracılar, haksız hüküm verenler ve en üstte bunları yönlendirenler de insanlık ve tarih karşısında utançla iki büklüm olurlar. Hak yolda herşeye rağmen işlerine devam edenler de lâyık oldukları şekilde şerefle anılırlar. Önce bizler vicdan sahibi insanlar olarak en baştan yerimizi iyi belleyip, dik durarak insanlığa örnek olmaya çalışmalıyız.