Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “İstanbul’un Bayezid Cami-i Mübarekine, Ramazan-ı Şerif’te, ihlaslı hâfızları dinlemeye gittim. Kur’an-ı Mûcizü’l-Beyan, semâvî yüksek hitabıyle insanların faniliğini ve canlı varlıkların vefatını haber veren gayet kuvvetli bir surette ‘Her nefis her an ölümü tadıp durmaktadır.’ (3/185) fermanını, hâfızların lisanıyla ilan etti. Kulağıma girip, tâ kalbimin içine yerleşip, o pek kalın gaflet ve uyku ve sarhoşluk tabakalarını parça parça etti. Camiden çıktım. Daha çoktan beri başımda yerleşen o eski uykunun sersemliğiyle birkaç gün başımda bir fırtına, dumanlı bir ateş, pusulasını şaşırmış gibi kendini gördüm. Aynada saçıma baktıkça, beyaz kıllar bana diyorlar: ‘Dikkat et!’
“
İşte o beyaz kılların ihtarıyla vaziyet açığa çıkıp aydınlandı. Baktım ki, çok güvendiğim ve zevklerine meftun olduğum gençlik elveda diyor… Muhabbetiyle pek çok alâkadar olduğum dünya hayatı sönmeye başlıyor… Pek çok alâkadar ve âdeta aşık olduğum dünya buna ‘Uğurlar olsun’ deyip dünya misafirhanesinden gideceğini haber veriyor. Kendisi de ‘Allah’a ısmarladık’ deyip o da gitmeye hazırlanıyor. Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan ‘Her nefis ölümü tadıp durmaktadır.’ Âyetinin külliyetinde: ‘İnsan nev’i, bir nefistir, dirilmek üzere ölecek. Küre-i arz dahi bir nefistir, bâkî bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir, bâkî bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir, âhiret suretine girmek için oda ölecek!’mânası, âyetin işaretinden kalbe açılıyordu.
“İşte bu halette vaziyetime baktım ki, zevklere vesile olan gençlik gidiyor, hüzünler mahzeni olan ihtiyarlık yerine geliyor. Gayet parlak ve nuranî hayat gidiyor; zâhirî karanlık dehşetli ölüm, yerine gelmeye hazırlanıyor. O sevimli ve daimi zannedilen ve gafillerin aşık oldukları dünya, pek süratle yok olmaya kavuşuyor gördüm. Kendi kendimi aldatmak ve yine başımı gaflete sokmak için, İstanbul’da haddimden çok fazla gördüğüm ictimaî makamın zevklerine baktım, hiçbir faydası olmadı. Bütün onların teveccühü, iltifatı, tesellileri; yakınımda olan kabir kapısına kadar gelebilir, orada söner. Şöhretperestlerin bir gaye-i hayali (hedefi) olan şân ve şerefin süslü perdesi altında sakil bir riya, soğuk bir kendini beğenme, muvakkat bir sersemlik suretinde gördüğümden, anladım ki, beni şimdiye kadar aldatan bu işler, hiçbir teselli veremez ve onlarda hiçbir nur yok.
“Yine tam uyanmak için, Kur’an’ın semâvî dersini işitmek üzere, yine Bayezid Camiindeki hâfızları dinlemeye başladım. O vakit o semâvî dersten ‘İman edenleri müjdele…’ nevinden kudsî fermanlarla müjdeler işittim. Kur’an’dan aldığım feyiz ile hâriçten teselli aramak değil, belki dehşet, vahşet ve ümitsizlikten aldığım noktalar içinde teselliyi, ricayı, nuru aradım. Cenab-ı Hakk’a yüz bin şükür olsun ki, ayn-ı dert içinde teselliyi buldum.
“En evvel, herkesi korkutan, en korkunç zannedilen ölümün yüzüne baktım, Kur’an nuru ile gördüm ki; ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de; fakat mümin için asıl sîmasının nuranî, güzel olduğunu gördüm. Ve çok Risalelerde bu hakikatı katî surette isbat etmişiz.
“Hem benim, hem herkes için, şu dünya muvakkat bir ticaretgâh ve her gün dolar boşalır bir misafirhane ve gelen geçenlerin alış-veriş için yol üstünde kurulmuş bir Pazar ve Ezelî Nakkaş Cenab-ı Hakkın yenilenip hikmetle yazar-bozar bir defteri ve her bahar bir yaldızlı mektubu ve her bir yaz bir manzum kasidesi ve o Cenab-ı Hakkın güzel isimlerinin tecellilerini tazelendiren, göstererek aynaları ve âhiretin fidanlık bir bahçesi ve İlahî Rahmetin bir çiçekdanlığı ve bekâ âleminde gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mâhiyetinde gördüm. Bu dünyayı bu surette Yaratan Cenab-ı Hakk’a yüz bin şükrettim ve anladım ki, dünyanın, âhirete ve İlahî Güzel İsimlerine bakan güzel iç yüzlerine karşı insan nev’ine muhabbet verilmişken, o muhabbeti kötüye kullanarak fanî, çirkin, zararlı, gafletli yüzüne karşı sarf ettiğinden ‘Dünya sevgisi bütün hataların başıdır.’ hadis-i şerifin sırrına mazhar olmuştur.” (Yirmi Altıncı Lema, Sekizinci Rica)