Sahabe Efendilerimiz, Peygamber Efendimizden (S.A.S.) aldıkları mesajları, dünyanın dört bir yanına ulaştırmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Aslında onlar o günlerde din adına ne biliyorlardı ki? Hepsini topla beş-on âyet, beş-on hadis! Fakat onlar bildikleri ne kadar ise, işte onları yaşıyorlar, temsil ediyorlardı! İşte Hz. Mus’ab b. Umeyr de onlardan biri idi. Ama bir tecrübesi yoktu ve yanında rehberlik yapacak bir yardımcısı da yoktu. Aynen Hizmet erlerinin ilk dünyaya açılış yıllarındaki haller gibi…
Hz. Musab Medine’de bir evde misaf kalıyordu. Her gün yanına Medine’nin ileri gelenlerinden birileri geliyor o da onlara İslamiyeti anlatıyordu. Bir gün, Üsayd b. Hudayr, diğer bir gün de Sa’d b. Muaz gelip onu dinlemişti. Elleri silahlı, kızgın bakışlı gelenler Hz. Mus’ab’ın yumuşak iklimi, mülâyim tavırları karşısında dönerken imanla dönüyorlardı.
Uhud Savaşı’nda Efendimizin (S.A.S.) koruma yiğitlerindendi. Elinde kılıç, akşama kadar oradan oraya koşturup durdu. Ama bir ara yediği bir kılıç darbesiyle yüzüstü yere düşmüştü. Cenab-ı Hakk onun yerine onun suretinde bir meleği görevlendirdi. Efendimiz (S.A.S.) bir ara “Mus’ab!” diye seslenince o melek “Ben Mus’ab değilim ya Resulullah!” demişti. O çoktan şehit olmuştu.
Biraz sonra Efendimiz (S.A.S.) ile beraber bir grup sahabe onun mübarek naaşının yanına gelmişlerdi. Yürek dayanacak bir durum yoktu; iki kolu da omuzundan kopuktu! Boynuna inen kılıç darbesi başını koparacak kadar şiddetli inmişti. Sanki Hz. Mus’ab, yüzünü bir yerden saklıyor gibiydi… (Bir rivayette) Efendimiz (S.A.S.) gözyaşları ile şöyle demişti: “Biliyor musunuz Mus’ab niçin yüzünü sakladı? Birinci sebep şudur: Kolu kanadı koptu artık Resulullah’ı koruyamayacaktı. Ya bu esnada biri Allah Resulü’ne saldırır da ben O’nun yardımına koşamazsam, diye düşündü. İkinci sebep ise, ‘Ben şu anda Rabbimin huzuruna gidiyorum. Halbuki şu anda Resulullah’ı korumam lazım. Yâ Allah Resulü’ne bir şey yaparlarsa, ben Rabbimin huzuruna hangi yüzle varırım’ diye düşünüyor ve yüzünü saklamaya çalışıyordu.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “İşte Resul-i Ekrem (S.A.S.) bunu söylerken, hakikat karşısında fedâi ve alabildiğine hasbî bir ruhun düşüncelerine tercüman oluyordu. O gün bu ruhu taşıyan sadece Mus’ab değildi.”
“Günümüzde İslamiyeti temsil etme ve onu anlatma yani dine sahip çıkma, her Müslüman’ın üzerine farzlar üstü farzdır. Hiçbir mümin bundan müstesna tutulamaz. Evet, her mümin evvela dini bilmeli, sonra bu dini yaşamalı, daha sonra da kendi hayatına hayat yaptığı dinini başkalarına anlatmalı, onların hayatlarını da bu nur ile onurlandırmalıdır. İslam’a göre biz her mümini bu vazife ile vazifeli sayıyoruz.
“Evet İslam dini, sadece camiye hapsedilecek bir din değildir. O bizim hem dünyamızı, hem de âhiretimizi mamur etmek için gönderilmiştir. Öyle bir bütündür ki, asla bölünme ve parçalanma kabul etmez. Dini bir bütün olarak ele alıp değerlendirdiğimiz ve ruhlarımıza sindirdiğimiz gün, mezelletten kurtulmuş olacağız. Zira o zaman ferdî, ictimaî ve insanî bütün meseleler vahyin aydınlatıcı şuaları altında vuzuha kavuşacak ve insanımız karanlıklar içinde bocalamaktan kurtulacaktır. Böyle bir duruma kavuşabilmemiz için de, önce bizlerin, o İlâhî vahiy mesajına dayanan ve Efendimizin (S.A.S.) nurlu beyanlarından kaynaklanan dine bütün gönlümüzle yönelmemiz ve iç âlemimizi o nur ile aydınlatmamız gerekecektir. Şunu bir kere daha hatırlatmalıyım ki, biz iç yapımız itibarı ile durumumuzu değiştirmedikçe, Allah da bizi değiştirmeyecektir. Bu, müsbet manâda, menfi mânâda da böyledir. Böyle bir neticeyi doğuracak da yine fertlerin istikametidir. Fertlerin yol ve yön değiştirmesi, dini hayatı alıp götürdüğü gibi; fertlerin istikameti de onu yeniden getirecektir. Öyleyse asıl olan fertlerin teker teker yetiştirilmeleri ve onların dinlerine sahip çıkmalarıdır.
“Unutmamalıyız ki, sağlam fertlerden, sağlam ailelerden de sağlam cemiyetler meydana gelir. Cemiyetin temel taşında önce fert, sonra da aile vardır. Bunları ıslah etmeden sağlam bir toplum meydana getirmek asla mümkün olamaz. Sağlam cemiyet, Allah ve Resulü (S.A.S.)nün tayin ettiği çizgiler içinde varlığını devam ettiren cemiyettir. Cemiyetin böyle bir çizgi içinde varlığını devam ettirebilmesi için, her gönlün marufla donatılıp kötülüklerden temizlenmesi şarttır.” (İrşad Ekseni)
Kur’an’ın canlı tefsirleri olan sahabelerin de günümüzün sahabe-misallerinin yetiştirilmesi dileğimle…