“12 Eylül 1980’den birkaç gün sonra, Bursa’da yurttaydık asker ve polis baskını oldu. Bütün eşyalarımızı aldılar. Bu arada Barbaros çantadan bir şey almış veya bırakmış. Komiser ‘Bu nasıl olur?’ diye şaşkınlığa düşünce ‘Herhalde zuhûl oldu!’ (Unutma ve yanlışlıkla oldu mânâsına) dedim. Zühulü, keramet demek zannetti, herhalde ‘Ne zühulü?’ dedi.” (H.E.)
“Hicaz Demiryollarını bombalayıp tahrip eden anlayış, ülke içinde, medya arasındaki, dünyadaki dinlerin mensupları ve kültürler arası diyalogları da bombalayıp, köprüleri parçaladılar. Çünkü o zamanki trenin ve günümüzde diyalog köprü ve yollarının nerelere varıp ulaşacağını çok iyi biliyorlardı.” (H.E.)
“Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin cenazesinde özel bir bulut geldi üzerine rahmet yağdı. Bazı kuşlar da âniden geldiler tabutun üzerinden uzanıp sonsuzluğa uçup gittiler.” (H. E.)
“Ehl-i Beyt’e siyaset görevi değil; iç onarım görevi verildi… Dans uygun değil; tek câiz olduğu yer, nefis üzerine çıkıp dans ederek tepinmektir.” (H.E.)
“Namaz, aradan çıkartılacak bir şey değildir. Namaz yörüngeli bir zaman programı yapılmalıdır.” (H.E.)
* * *
“Haham, İkinci Dünya Savaşı’nda Bosna Müftüsü’ne gitmiş. ‘Bizim geçmişimiz ile ilgili çok mühim evrak var. Bunu saklayın, yoksa Naziler bizden alır.’ demiş. Savaştan sonra gelip Müftüden almış.” (Kemal Derviş)
* * *
Mehmet Ali Şengül Hocamız bir otobüs yolculuğu sırasında vakit namazı tehlikeye girince şoförden uygun bir yerde durmasını, namazını kılacağını istirham etti. Şoför, “Kazaya bırakırsınız!” dedi. Hocamız, “Ya siz kaza yapar da kaza etmek fırsatını bile bulamadan namazımızdan mahrum kalıverirsek ne olacak?” dedi.
* * *
İslâmiyet'i gerçekten ciddiye alan ve “Daha sonra da Kur’an’ın (derin mânaları) beyanı bize aittir.” (Kıyamet Suresi, 75/19) âyetini bir gavvas gibi enginliklerine inerek, hazinelerini çıkarıp beyan eden Bediülbeyan, Bediüzzaman zat, Kur’an hakikatlarından tahkiki imanı kalbi kafayı tatmin eder biçimde, Risale-i Nurlarda sehl-i mümteni güzelliğinde ifade etmektedir.
* * *
1971’de Yaşar Tunagür Hocamız da bizim gibi hapisteydi. Doğan Avcıoğlu ile beraberlerdi. Yaşar Tunagür hoca hapiste vaaz ve sohbetlerde bulunuyordu. Diğer solcular kulak misafiri oluyorlardı. Yaşar Hoca, İslam'da Sosyal Adalet kitabını da Türkçeye tercüme etmişti. Birgün Doğan Avcıoğlu, Hocamıza dedi ki: “Ya sen de bizim gibi komünistsin veya biz Müslümanız!”
* * *
Yaşar Hocamızın dayıları, II. Abdülhamid’in korumaları idi. Suikast sırasında şehit olmuşlardı. Babası da sarayda görevliydi. Sonra memleketine gidip evlendi. Yaşar Hoca yedi yaşında iken babası vefat etti. Hocamız Esma Sultan İlkokulunda okudu. Daha sonra Vefa Lisesinde okudu. Nihad Sami Banarlı, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi hocalardan ders aldı. Sonra Arnavud Hüsrev Hocaefendi’den ders okudu. İki senelik Tapu Kadastro Yüksek Okulundan mezun oldu. Askerliğini İzmir’de yedek Subay olarak yaptı. Kestanepazarı Camii Kur’an Kursu’nda Hacı Hafız Salih Tanrıbuyruğu v.s. hocalarla tanıştı. Onlarla akşamları sohbetler etti.
* * *
“Siz önce kendinizi değiştireceksiniz ki sonra dünyayı değiştirebilseniz. Siz kendinizi değiştirmedikten sonra sözünüzün ne hükmü olabilir? Siz önce olunmasını istediğiniz şeyi olacaksınız. Bediüzzaman’ın, “Kendisini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.” Sözü ile örtüşüyor. Marx’ın sözü de: ‘Zirvelerde söylenen şarkı aynı.’ Bütün büyük beyinler aynı ışınları saçacaklar. ‘Ey iman sahipleri yeniden iman ediniz.’ Mutlak hakikat ile aramızda mevcut olduğu rivâyet edilen yetmiş bin perdeyi yırtmak için dünyaya geldik. İbadet ve tefekkür de bunun vesilesidir. Bu perdeler yırtılır. Peygamberler için yırtılmıştır. Veliyyullah için de yırtılmıştır. Müminlerin de görevi hakikat ile aramızda bulunan bu yetmiş bin gaflet perdesini, Allah’ın yap dediklerini yaparak, yapma dediklerinden de azamî derecede ictinab ederek yırtmaktır. Bunun için varız. O zaman, ‘Ey iman sahipleri yeniden iman ediniz!’ demek, bu gaflet perdelerini yırtmak demektir. Cenab-ı Hak kendisinden gâfil olmamızı istemiyor. Cenab-ı Hak, bizim Kendisine yakın olmamızı istiyor. Dolayısıyla Allah’ın bu arzusunu yerine getirerek Allah’a yakın olmamız, yani ibadetleri bi hakkın yerine getirmemiz lâzımdır.” (Ümit Meriç, İçimdeki Cennete Yolculuk)