Menkıbede anlatıldığı üzere, bir tasavvuf büyüğü kendi döneminin Ferîd’ini, Sahib-i Zamanı’nı araştırıyor. Mânen ona bildiriyor ki, falan yerdeki demircidir… O da gidip o demircinin yerini tesbit ediyor ve uzun zaman onu gözlemliyor. Dükkanına giren çıkanlara ve onun rutin hayatına dikkat ediyor ama herhangi bir fevkalâdelik bulup göremiyor; işte sıradan bir demirci… Neyse ziyaretine gidip onunla ahbap olmak istiyor. Sohbet sırasında demirci ona diyor ki, “Demiri ateşe soktuğum zaman birden Cehennem gözümün önüne geliyor. İnsanlığın oraya düşmesini düşününce ızdıraptan yerimde duramıyorum. ‘Yakma Allahım!’ diye yalvarmaya başlıyorum’..” diyor. Bu sözleri duyunca, makamının farkında bile olmayan sıradan bir demirci görünümlü zatın büyük bir muzdarip olduğunu anlıyor.
Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi, “Izdırapla Bütünleşen Ruhlar” yazısında bu payeye yükselenleri şöyle anlatıyor: “Gönlünü yüksek ideallere kaptırmış muzdarip ruhlar, bütün bir hayat boyu buhurdanlık gibi tüter dururlar. Güneşler doğar batar; haftalar, aylar birbirini takip eder; mevsimler peşi peşine geçer gider de onlar idealize ettikleri düşünceleri istikametinde bir başka bahar ararlar… Hep hazan görür, hazan mevsimi yaşarlar, hazan türküleri dinlerle; ama ne hallerinden şikayet eder ne de kimseden dert yanarlar. And içip yoluna koyuldukları yüce davaları uğrunda, her cefaya katlanır, fakat asla usanmazlar.
“İdeallerinin aşkına kapılmış ve o yolda ümit verici müjdelerle çoşmuş bu aydınlık ruhlar, önlerinde yığın yığın uçurumlar yığın yığın zorluklar bulunabileceğini önceden hesap ederek gerilime geçtiklerinden, ne beklenmedik şeylerle karşılaşmaları ve imkânsızlıklar, ne de yollarını kesen çeşit çeşit tehlikeler katiyen onları şaşırtmaz ve davaları hakkında şüpheye düşüremez. Her tehlikenin bir gün mutlaka ortadan kalkacağı, yolların açılıp imkânsızlıkları imkanların takip edeceği inancıyla, hep azimli ve kararlıdırlar.
“Bu itibarladır ki, en ümit kırıcı hâdiseler, en karanlık şartlar içinde dahi, bedbinliğe, karamsarlığa düşmez; geçilmez gibi görünen engelleri şimşek hızıyla aşar ve soluk soluğa hedeflerine koşarlar.
“Çevrelerinde olup biten şeylere karşı daima tetikte ve alabildiğine hassastırlar. Hele bu şeyler, onların düşünce dünyaları ile alâkalı ise… İçinde yaşadıkları toplumla öylesine kaynaşmış ve bütünleşmişlerdir ki, yolunu şaşıran bir fert, istikameti bozulan bir aile ya da cemaati ayakta tutan umdelerden birinin hırpalanması onları günlerce inletir ve uykusuz bırakır.
“Umursamazlık, onların en nefret ettiği şeydir. Toplumun her kesiminde ait dert ve sıkıntıları, sinelerine saplanmış bir hançer gibi hisseder ve iki büklüm olurlar. Yüreklerinin ızdırapla çarptığı, beyin sancısıyla şakaklarının zonk zonk zonkladığı nice geceler vardır ki, yığınlar içinde bulunmalarına rağmen, onlar yine yapayalnızdırlar.
“Onların dünyasında geceler hep hasretle gelir ve bir ömür kadar da uzar gider. Ne var ki, bunu sadece onlar duyar ve onlar yaşarlar.
“İnsan herhangi bir ideale, inandığı ölçüde gönül verir ve alâkadar olur. alâkadarlığı nisbetinde yer yer sevinç zaman zaman da ızdırap duyar. Bu ölçüye göre, bağlı bulunduğu dava uğrunda bütün bir gün ve haftasını, ay ve senesini hatta senelerini verenler olabileceği gibi, onu varlığının gayesi bilip dünya ve ukbâsını feda edenler de vardır. Öyleleri vardır ki, saçları adedince başları bulunsa, davası uğrunda her gün birini isteseler tereddüt etmeden verir; verir de minnet bile eylemez… İnsanlığın İftihar Tablosu (S.A.S.), bu hususta o kadar hızlı ve o denli ileridir ki, Cenab-ı Hak, hem senâ, hem de ta’dîl makamında Ona şöyle diyordu: ‘Demek bu Söz’e inanmıyorlar diye, onların peşine düşüp kendini helâk edeceksin.’ (Kehf Suresi, 18/6)
“Ve bu eşsiz fıtratın arkasında, daha bir sürü başyüce bütün hayatları boyunca hep ızdırap düşünmüş, ızdırap soluklamış, ızdırapla eğilmiş, ızdırapla doğrulmuşlardır. Bir bakıma onların çektikleri, büyüklükleriyle doğru orantılı olmuş; çektikçe yükselmiş, yükseldikçe çekmiş ve her türlü kötülüklerden arınarak birer semâvî bilinmez haline gelmişlerdir. Evet, Hak yolunda, millet yolunda çekilen sıkıntılar kadar insanı günahlardan arındıran, ulvileştiren ikinci bir şey daha yok gibidir. ‘Günahlar içinde öyle günahlar vardır ki, namaz, oruç gibi ibadetler değil de, geçim yolundaki sıkıntı ve maişet derdi onlara kefaret olur.’ (Taberâni, Ebu Nuaym) Ya içinde yaşadığımız toplumu kurtarma gayreti ve bu uğurda çekilen sıkıntılar!..
“Bugün bizim şuna-buna değil; ‘Milletimin maddî-manevî mutluluğu için Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım.’ Diyenlere… Şahsî menfaat ve bencillikleri bir tarafa iterek Hak ve Millet yolunda fani olanlara… Toplumun ızıdraplarıyla kıvrım kıvrım kıvranıp, hep inilti kovalayanlara… Elinde ilim meşalesi, her yerde bir çırağı tutuşturup cehalet ve görgüsüzlüklerle mücadele edenlere… üstün bir inanç ve azimle, dökülüp yolda kalanların imdadına koşanlara… maruz kaldıkları zorluklar karşısında isyan etmeden, ümitsizliğe düşmeden bir küheylan gibi yoluna devam edenlere… yaşama arzusunu unutarak YAŞATMA ZEVKİYLE şahlanan babayiğitlere ihtiyacımız var!...”
Üstad Hazretlerinin Eşref Edip Fergan’a söylediği şu sözler üzerinde de düşünmek gerekir.