İhlaslı ifadeler

Safvet Senih

Safvet Senih

04 Ağu 2017 16:17
  • Hulusî Yahyagil Ağabeyimizin ihlaslı, özlü sözlerinden bazıları:

    “Peygamberler umumiyetle evvela velidirler, sonra peygamberlik vazifesiyle kavimlerinin irşadına memur edilirler. Peygamberimizin (S.A.S.) velâyeti, bütün peygamberlerin veliliğinden üstündür. Efendimiz (S.A.S.) Miracı, velilik mertebelerindeki derecesinin en yüksek olduğunun kâfi delilidir. Hem insanlara hem de cinlere peygamber olarak gönderilmiştir. 

    “Yalnız Hz. İsa Aleyhisselamın peygamberliği veliliğinden evveldir. Çünkü Meryem Suresinin 30. âyetinde; “(Derken, bebek halinde iken İsa:) ‘Ben Abdullah’ım (Allah’ın kuluyum), O, bana Kitap verdi, beni PEYGAMBER olarak görevlendirdi.’ dedi.” buyruluyor. Kısa tefsiri: İsa Aleyhisselam ağzından memesini bırakıp fasih ve anlaşılır bir dille, ‘Ben Allah’ın kuluyum, bana Kitap verilmiştir ve Allah beni peygamber kılmıştır’ demesiyle isbat ediliyor. İşte bundandır ki, ‘Âhir zamanda Hz. İsa Aleyhisselamın yer yüzüne inmesi, Muhammed Aleyhisselam'ın şeriatına tâbî olması, kendi veliliğini tamamlayıp ikmâl etmesi içindir.”

    “Hz. İsa Aleyhisselam, peygamber olarak doğup veli olarak göğe çıkmıştır. Âhir zamanda veliliğini tekmil için tekrar yeryüzüne inecektir…

    “Risale-i Nurların tefekkür ede ede okunması, insanı zâhirden çabuk geçirip hakikate götürür. Okuduğumuz zaman kelimeler ve mânalar üzerinde biraz duralım. Bu derslerde anlayamadığımızı, ilham etmesi için Cenab-ı Hakka dua edelim. Okumak anlamak içindir. Anlayarak, okumak, uhuvvetin ve ihlasın inkişafına sebeptir. Anlamadan okumak, buz üstünde taş kaydırmak gibidir. İhlassız hizmet de akıntıya kürek çekmek gibidir. 

    “On Altıncı Söz’ü hepinizden çok okumuş olmama rağmen hakikatine vâkıf olmuş değilim. Risale-i Nur’un mütalaasına ömür yetmemektedir. Bu kadar kıymetli bir hazineyi bırakıp başka şeylerle uğraşmak küfran-ı nimet (nankörlük) olur. Şükür secdesine kapansak, ölünceye kadar secdede istiğfar içinde kendimizden geçmiş olarak kalsak ve öylece vefat etsek yine de bu nimetin şükrünü eda edemeyiz.

    “Bu eserler roman değildir. Bu eserler, imanla göçürecek, sırattan geçirecek ve cadde-i kübrayı (ana caddeyi) açacak eserlerdir. Bu eserlerin şükrü yalnız Hizmettir. Beni Rabbim  bu işe layık görmüş ve beni bu işte istihdam ediyor.

    “İhlas Risalesi İÇ  TALİMAT’tır. Risale-i Nur talebelerinin İÇ  HİZMET  TALİMATI’dır. Yani Yirminci Lem’a, DışTalimat, Yirminci Birinci Lem’a İç Talimattır.
    “Şu maddeler, Risale-i Nurların İLHAM  MAHSÜLÜ olduğuna şüphe bırakmıyor:
    1-Merhum Üstad’ın bizlere, ‘Siz bilerek çalışıyorsunuz. Ben şuurum taalluk etmeden istihdam ediliyorum’ demesi.
    2-‘Kur’an’ın etrafındaki (Osmanlı Devleti gibi koruyucu)  surları yıkılmıştır. Kur’an tek başına kendini müdafaa ediyor’ demesi. 
    3-‘Bir imanî mesele kalbe gelse, bakarım iki yüz adet birden imdada geliyorlar, yani gönderiliyorlar’ demesi.
    4-‘Yanında Kur’an’dan başka hiçbir dînî eser yokken bu hârika eserlerin yazdırılması.
    5-‘Yalnız bir defa mühim bir esere müracaat ettik, onda da hata ettiğimizi anladık.
    -Sana Kur’an kâfidir. Diye ihtar edildi.’ demesi.
    6-Bir eseri yazdırırken, o eserin kaç kısım, mebhas, nokta, nükte, mesele, şule, remz… gibi sayılarının başlangıçta söylenilmesi…
    7-En kıymetli eserlerin hasta olduğu zamanlarda yazılmış olması.
    8-On Dokuzuncu Mektup’taki üç yüzden fazla hadisi yazarken, yakınında hadis kitabı bulunmadığından hataya düşmek ihtimalinden endişe ettiği, daha sonra asıllarıyla karşılaştırıldığında yalnız bir yerde hata gördüğü, tetkik edilince, o kitabın yanlış-doğru cetveline göre düzeltilmediği ve kendi yazdığında hata olmadığını hamd ederek beyan eylemesi.
    9-İleride gelecek tehlikeleri sezerek daha onlar gelmeden uyarıcı irşadlarda bulunması.”,

    “Bu Hizmet’in hâdimleriyle uğraşanların muhakkak Allah haklarından gelecektir. (…) Çatlasalar da patlasalar da Allah’ın nuru devam edecektir. Hiçbir şey yapamazlar’ Açık konuşuyorum.

    “Üstad bana şöyle dedi: ‘Sen tek kaldığın zaman ezan oku. Çünkü Cenab-ı Hakkın cünudu (orduları, askerleri, memurları) çoktur. Elbette seni dinlettirir.’ Nerede olursak olalım, EZANI İHMAL ETMEYELİM.

    “Bir araya gelip bu derslerin hakiki şakirdi olmaya bakmalıyız. Ya şakirt oluruz ya da seğirtip dururuz. Fikirlerde dağılma gördünüz mü İhlas ve Uhuvvet derslerine ehemmiyetle bakınız. Şualar’daki Âyet-i Nuriye-i Hasbiyeler de elemleri giderir, ümidi artırır.

    “İmam Şâfiye Allah’ın varlığından sual etmişler. O da YAPRAĞI  örnek vermiş. ‘Ya imam, şu kadar dağlar, taşlar, denizler varken sen yapraktan bahsettin’ dediklerinde, ‘O yapraktan hayvan yer SÜT verir, arı yer BAL yapar, böcek yer İPEK yapar’  deyince susmuşlar. 

    “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah” aslî harflerle 24 harftir. Yirmi dört saatin Allah için geçirilmesine işarettir.” (Müftü Faik Efendi)

    “Peygamber Efendimizin (S.A.S.) lihye-i saadetinin (Mübarek sakalının) üç özelliği vardır: 1-Gölgesi yoktur. 2-Gece nur verir. 3-Ateşte yanmaz… Lihye-i şerif böyle tecrübe edildikten sonra camilere konur.”

    Üstad Hazretlerinin İhlasta hep birinciliği koruyan en birinci talebesi Hulusi Ağabeyimizin bu güzel ifadelerinden istifade etmemiz dileklerimle…

    Hulusî Ağabeyin oğlu Necmeddin Yahyagil babası hakkında şunları söylüyor:
    “Babam, bütün vaktini hizmete adamıştı. Meşekkatli bir hayat geçirmesine rağmen, on üç yaşında başladığı namazını ömrünün sonuna kadar bir defa olsun terk etmemiş. Bir çok muharebeye katılmış. Çanakkale Harbinde emrine verilen 89 kişilik bölüğü ile başarılar kazanmış. Rus cephesinde çarpışmış. Bakü’nün alınışında bulunmuş. O yokluk günlerinde, çetin kış şartlarında hem düşmana karşı savaşmış, hem de oruç tutmuşlar. Anlatırdı. Günlük altı zeytinlik kumanyaları varmış. Bunlardan üç tanesini sahurda, üç tanesini de iftar açarken yerlermiş. Sakarya, Çanakkale ve Rus harplerinden madalya ve beratlar kazanmıştı. İzmir’in kurtuluşunda da şehre ilk giren bölüklerden birinin başında olduğunu söylerdi. ‘Padişahım çok yaşa, diyerek şehre girdik!’ derdi.”
    Ben burada bir iftihar vesilesi olarak ifade edeyim ki, dedem Abdullah Çavuş, İzmir’e ilk giren askerlerdendi. Hulusî Ağabeyin bölüğünün çavuşlarından birisi olma ihtimali var. Öyle değilse bile aynı muzaffer ordunun bir neferi bir çavuşu olarak Hulusi Ağabeyle aynı cephede olduğu muhakkak…

    Safvet Senih 
    04 Ağu 2017 16:17
    YAZARIN SON YAZILARI