Yolun kaderi olarak ilklerin başına
gelenler, sonraları hep onların izdüşümleri olanların da başına gelir. Ağır
imtihan ateşinde pişe pişe onlar da olgunlaşırlar. Çünkü yüce gayelerinin
hedeflerine varabilmek için o mukaddes eğitimi almaları gerekiyor.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, bu gerçeği şöyle dile getiriyor: “İnsanlığın İftihar Tablosunun etrafında halelenen o ilkler, bazen topraktan çıkan bir deri parçasını yıkayıp, ısıtıp, yiyorlardı. Ağaç yapraklarıyla beslenen insanlar da vardı o gün. Yedikleri bu şeylerden dolayı tıpkı koyunlar gibi tersleyen insanlara rastlamak da mümkündü o devirde. Ve Allah Resulü işte bu Sahabeye diyordu ki: ‘Bugün sıkıntılar, meşakketler zorluklar içindesiniz; ancak bir gün rahat edeceğiniz günler de gelecek. Fakat şimdilerde siz o günkü durumunuzdan daha hayırlısınız.’ İşte aynen bunun gibi, bizler de, bu Hizmetin başlangıcında hayatlarını tahta bir kulübecikte geçiren ve ömürlerinin sonuna kadar da geçirmeye kararlı insanlar gördük. Günde bir defa kursaklarına sıcak bir çorba girince o günü bayram ilan edenleri müşahade ettik.
Çorbalarına katacak yağı bulamayanları, suyla pirinci kaynatıp çorba diye içenleri.. evet inanın bana biz işte böyle kahramanları gördük. Yatacağı döşeği olmayanlara, seyahat tutarı olan parayı hep başkalarından istemek zorunda olanlara, bahçelerde, bahçeler içinde kulübeciklerde ders yapmaya çalışanlara şâhid olduk. Onlar hem böylesi mahrumiyet içinde hayatlarını sürdürüyor, hem de çok onurlu yaşıyorlardı. Bu arada hiç hediye kabul etmediklerini de kaydedebiliriz ki, böyle birisinin şahsî küçük bir hediyem için söyledikleri sözler hâlâ kulaklarımda tın tındır. ‘Yok kardeşim biz hediye kabul etmiyoruz. Hediye ile hizmet-i imaniye ve Kur’aniyeyi bulandırmak istemiyoruz. Hele bunların hizmet ederken, maaş, ücret, burs, beklemeler ‘İmkânsız’ kelimesinin bile karşılayamayacağı seviyedeydi.
Böylesi beklentiler, onların hayatlarından doğu-batı kadar uzaktı. Elbette onların bu ilk dönemi, sizin içinizde bulunduğunuz şu dönemden daha hayırlıydı. Hayırlıydı, zira o günler bu günleri doğurdu. Şayet o günlerde arz etmeye çalıştığım safvet (duruluk) olmasaydı ve onlar bir reşhâ gibi Cenab-ı Hakka teveccüh edip onu aksettirmeseler idi, bu günkü yümün ve bereket olmayacaktı. İşte bu açıdan, bugünün nesilleri geleceğin fevvâreler halinde berekete inkılab edip çağlamasını istiyorlarsa, aynı safvet, aynı samimiyet, aynı ihlası yaşamak mecburiyetindedirler.
Büyük doğumlar, Asr-ı Saadetin izdüşümü hayat tarzı ile olur
“O halde bana sorabilirsiniz; ‘Yeniden dönüp kulübelerde mi yaşayalım, bir öğün ve bir kap yemekle mi iktifa edelim?’ Evet, böyle diyebilirsiniz. Ben de buna karşılık derim ki, ‘Ona ben karar vermeyeceğim. Ona karar verecek olan sizlersiniz. Fakat ben burada bir gerçeğin altını çiziyorum. Önemli bir hususu vurgulayarak onu sizlere anlatmaya çalışıyorum. Büyük doğumların, büyük oluşumların temelinde Asr-ı Saadetin izdüşümü denilebilecek bir hayat tarzının olduğunu, olması gerektiğini anlatıyorum. Karınlarını dahi doyuracak bir şey bulamayan insanların, sırtlarına geçirecek bir paltosu olmayan kimselerin halini arz ediyor ve onların insanlığın kaderi ile nasıl oynadığını ifadeye çalışıyorum. Hiç unutmam, unutamam Hz. Piri Muğan, Isparta’da iken, Doğu’ya birisini göndermişti. O zât halkın içinde otururken dizlerindeki yamaları göstermemek için sırtına aldığı eski pardesünün etekleri ile kapamaya çalışıyordu. Onun paltosu, ceketi böyle ise, yediklerini tahmin edebilirsiniz.
“Evet, işte o dönemde temelleri atılan ışık evler üzerine bina edilen büyük kompleksler ve dünyanın yedi bucağında açılan okullar, yurtlar, pansiyonlar, hep bu ilklerin izinden giden insanların gayretleriyle oldu. Onlar bu samimi zeminde, samimiyet soluklaya soluklaya yetişmişlerdi. Hüsrev Efendi, Hulusî Efendi, Mustafa Gül, Tahirî Mutlu, Sadullah Nutku, Bekir Berk, Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Ahmet Feyzi, Mehmet Feyzi… gibi kahramanlardan görmüşlerdi her şeyi. Dolayısıyla bu insanlar önlerinde örnek aldıkları kimselere göre şekil alıyorlar ve onların yaşadıkları hayatı yaşamaya özen gösteriyorlardı. ‘Gidin!’ denilen yere gidiyor.. ‘Verin!’ denilen yerde de veriyorlardı.”