Barla Lâhikasında neşredilen bir mektupta Üstad Hazretleri talebeleri Yüzbaşı Re’fet beye diyor ki:
Senin gördüğün vazife-i Kur'âniyenin hepsi mübarektir. Cenâb-ı Hak sizi muvaffak etsin, fütur vermesin, şevkinizi artırsın.
Senin vazifen yazıdan daha mühimdir. Yalnız, yazıyı terk etmeyiniz. Uhuvvet için, bir düsturu beyan edeceğim ki; o düsturu cidden nazara almalısınız. Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârâne ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider. işâret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemâatın tadı kaçar. Bilirsiniz ki; üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedî ile içtima etseler, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi... sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksîmü'l-âmâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bur uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.
Sizler koca Isparta'yı değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinenin çarkları birbirine muavenete mecburdur. Hem birbirini kıskanmak değil, belki; bilâkis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünki, vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatın, Kur'ân ve îmanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zatlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükreder. Sakın birbirinize tenkid kapısını açmayınız. Tenkid edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telâkki ediyorum. Siz de üstadınızın nazariyle birbirinize bakmalısınız. deta, her biriniz ötekinin faziletlerine nâşir olunuz. Kardeşlerimizden İslâm Köylü Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum:
O zât yanıma geldi, ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali Kemâl-i samimiyet ve ihlâs ile, onun tefevvuku ile iftihâr etti, telezzüz eyledi. Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil... samimî olduğunu hissettim. Cenâb-ı Allah'a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âli hissi taşıyanlar var. inşâallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillâh, yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor. Küçük bir lâtife:
Sohbet içinde sizden bahis geçti... Şükre dair mes'eleyi sordum: "Husrev'in yazdığını Re'fet Bey gördü mü?" Bekir Ağa dedi: "Evet gördü ve dedi "Çok güzel, fakat acaba sen kalem karıştırmadın mı?" Hüsrev dedi: "Yok, kendi nüshamda, tam bütün gelmedi. Fakat kendilerine yazdığım tam geldi." Biraz münakaşa oldu... Bu münasebetle kardeşim Re'fet Bey'e derim ki: Aslında tevâfuk noksan olsaydı, zaten ben tavsiye etmiştim ki; kalem karıştırmasınlar. Asıl vaziyet bozulmasın. Bekir Ağa da gördü ki; asıl müsveddede çıkıntı olduğu halde tevâfuk Hüsrev'in tarzında var. Onun için Hüsrev'in bir mahareti varsa tevâfuku bozmamış. Hattâ Mu'cizat-ı Ahmediye'deki Salâvat tevâfukunda tavsiye etmiştim ki: Kimse maharetini karıştırmasın. Fakat asıl müsveddelerde, en acemi bir müstensihin nüshasında birkaçı müstesna bütün tevâfuktadır. Onun için sekiz ayrı ayrı müstensihin setredemediği bir tevâfuk, elbette kuvvetlidir. Müstensihler bozmasınlar, tevâfuku getiremeyen bozuyor. demek en büyük maharet odur ki; tevâfuku bozmasın. Çünkü tevâfuk var. Sen de Hüsrev'e yardım et ki, hakikaten mevcut ve matlub tevâfuku denk getirebilsin. Çünki; yoktan var etmiyorsunuz. Hakikî var'ı yok etmeyin.
Sözler'le alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum...
Said Nursî
Bu mektubu Üstad Hazretleri Yüzbaşı Re’fet Beye yazmıştır. Bu mektupta Re’fet Beye ‘Senin gördüğün vazife-i Kur’aniyenin hepsi mübarektir.” diyor. Kur’anî vazifelerin hepsi de mübarek olduğu ifade edilerek başka bir yerde: “Nasıl ki, dört- beş adamdan, iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Herbiri tam bir lâmbaya mâlik oluyor. o iştirak edenlerin herbirinin bir duvarda büyük bir aynası varsa, herbirinin noksansız, parçalanmadan, birer lâmba, oda ile beraber aynasına girer. Aynen öyle de, uhrevî mallarda ihlas sırrıyla iştirak; ve kardeşlik sırrıyla tesânüd; ve ittihad sırrıyla teşrik-i mesaî (işbirliği, çalışmaları ortaklaşa yapma), o ortaklaşa çalışmadan meydana gelen umumî yekûn ve umum nur, herbirinin amel defterine tamamiyle gireceği, ehl-i hakikat arasında müşâhede edilmiştir ve vâkî olmuştur ve İlâhî keremin ve Allahın geniş rahmetinin gereğidir.” (İhlas Risalesi) denilip hizmet adına yapılan her işin ana hedefe bir destek olması itibariyle hepsinin de mühim olduğu anlatılıyor.
Üstad duasında hizmet için üç şey istiyor: “Cenab-ı Hak sizi muvaffak etsin, fütur (gevşeklik) vermesin, şevkinizi artırsın.” Demek bunlar çok mühim.
Üstad Hazretleri Bursa İnegöllü Erdoğan Utangaç’a “Senin ismini Rıdvan olarak değiştiriyorum... Kardeşlerim, Nurların hizmetinde en küçük bir hizmet, çok büyük neticeler verir. Hizmetimiz kudsîdir. İman ve Kur’an hizmetinde yılmayınız, yorulmayınız, usanmayınız!” demiştir.
Uhuvvet için de, nazar-ı dikkate almamız gereken şöyle bir düstur beyan ediyor: “Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârâne ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider. ‘İhtilâfa düşmeyiniz; sonra cesaretiniz kırılır, rüzgarınız (aksiyon ve kuvvetiniz) gider.’ (Enfal Suresi, 46. yeti) işaret ettiği gibi, tesânüd (dayanışma) bozulsa, cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç elif (bir), ayrı ayrı yazılsa kıymeti (1+1+1=3) üçtür. Tesânüd-i adedî ile içtima etse (111), yüz on bir kıymetinde olduğu gibi, sizin gibi üç-dört Hak hizmetçisi, ayrı ayrı ve taksîmülâmel olmamak cihetiyle hareket etse kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakiki bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesânüdle, birbirinin aynı olmak deresinde bir tefânî sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz kuvvetinde ve kıymetindedirler. Sizler koca Isparta’yı değil, belki büyük bir memleketi aydınlatacak elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinenin çarkları birbirine yardım etmeye mecburdur. Hem birbirlerini kıskanmak şöyle dursun, aksine birbirlerinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünkü vazifesini hafifleştiriyor. Hak ve hakikatın, Kur’an ve imanın hizmeti olan büyük ve yüce bir hazineyi omuzlarında taşıyan zâtlar, o hazinenin altına kuvvetli omuzlar girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükrederler. Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardeşlerinizden hâriç dâirelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğu için memnun oluyorum, kendimindir, diye telâkki ediyorum. Siz de Üstadınızın nazarı ile birbirinize bakmalısınız. detâ, herbiriniz ötekinin faziletleri için nâşir (tanıtıcı, yayıcı) olunuz.”
Tefânî sırrını Üstad, İhlâs Risalesinde şöyle izah ediyor: “Kardeşlerin birbirinde fâni olmasıdır. Yani nefsânî hissiyatını unutup, kardeşlerinin meziyetleri ve hissiyatı ile fikren yaşamaktır. (...) Ey kardeşelerim! Kur’an-ı Hakîmin hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvvetin sırrı, şahsiyetini kardeşler içinde fânî edip onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek olduğundan, aramızda bu nevi makam sevgisinden gelen rekabet tesir etmemek gerektir. Çünkü mesleğimize bütün bütün aykırıdır. Mâdem kardeşlerin şerefi umumiyle her ferde ait olabilir; o büyük manevî şerefi, kendini ön plana çıkarıp empoze edercesine, rekâbet hissiyle, şahsî, cüzî bir şerefe fedâ etmek, Nur Talebelerinden yüz decere uzak olduğu ümidindeyim.”
“Şahşiyetini kardeşler içinde fânî etme” meselesini de hâşiyede şöyle izah ediyor: “Evet, bahtiyar kimse, Kur’ânî kevserden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nevindeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir.”
Üstadımız Re’fet Beye yazdığı mektubun devamında şöyle diyor: “Kardeşelrimizden İslâm Köylü Hâfız Ali’nin (Nur fabrikasının sahibi) kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz (büyük bir ihtimalle Gül fabrikasının sahibi Hüsrev Altınbaşak) hakkında gösterdiği kardeşlik hissini çok kıymetli gördüğüm için size beyan ediyorum: O zât yanıma geldi, ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. ‘O daha çok hizmet eder.’ dedim. Baktım ki, Hâfız Ali tam bir samimiyet ve ihlâs ile, onun üstünlüğü ile iftihar etti, lezzet aldı. Hem Üstadının nazar-ı muhabbetini celp ettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil, samimi olduğunu hissettim. Cenab-ı Hakka şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âli hissi taşıyanlar var. İnşaallah, bu his büyük hizmet görecek.”
1975 senesinde Isparta’da kısa dönem yedeksubaylığım sırasında tatil günlerinde Vahdet Halı’nın sahiplerinin ziyaretine giderdim. Orada dediler ki: “Bir zaman Nur fabrikası ile, Gül fabrikası sahipleri arasına, kırgınlık gibi bir şey girecek oldu. Bunu hissedince Hâfız Ali Ağabey hemen kağıt, kalem, mürekkep ne varsa hepsini toplayıp Hüsrev Ağabeyin yanına geldi ve herşeyi önüne koyup ‘Ağabey, herşeyimle yanına geldim, emredersen herşeyi bırakırım. Eğer izin verirsen yazmaya devam ederim!’ dedi. Artık arada problem olacak hiçbirşey kalmadı.”
Ne büyük bir ruh ki, nefsini her an ayaklarının altına alıp ihtilaf ateşlerini söndürmeye hazır. Fedâî bir şehid namzedinin ruhundan zaten daha başka birşey beklenemezdi ki... Cenab-ı Hak aynı anlayış ruhunu bizlere de bahşetsin... min...
Mektubun son kısmında Üstad Hazretleri bilhassa 19. Mektup olan Mucizât-ı Ahmediye Risalesinde tevafuk üzerinde duruyor. Bunu anlamak için aslî harflerle yazılıp renkli olarak basılan bu esere bakmak yeter...