M. Fethullah Gülen Hocaefendi Hizmetimiz hakkında diyor ki: “Bizim Hizmetimiz, İNÂYET eksenli fakat İMAN hedefli bir hizmettir. Bundan dolayı da Cenab-ı Hak, sebeplerin çok fevkinde BAŞARILAR ihsan etmektedir. Bütün bu lütuf ve ihsanlara baktığımızda, görünen odur ki, her mesele tam bir İNAYET üzerinde cereyan etmektedir.
“Bizler yapılan Hizmetlerde İNAYETİN yanında RİÂYETİN (Yani Görme ve Gözetmenin) de bulunduğunu, bizim dışımızda onları idare ve kontrol eden birinin var olduğunu anlıyoruz. Mesela, bu yol, ‘Kandan irinden deryaların, menzilinin çok, geçidinin yok’ olduğu bir yoldur. Peygamberler başta olmak üzere, bu yolun yolcuları, yollarında ilerlerken bir çeşit olumsuzluklarla karşılaşmışlardı. Ancak bize gelince, karşımıza çıkan bunca husumete rağmen gösterilen cehd ve gayretin neticesiz kalmadığı da bir gerçektir. Bu ise apaçık bizim bir İLÂHÎ İNAYET ve RİÂYET altında bulunduğumuzu ve Hasbünallahü ve ni’me’l-Vekil, La havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-Aliyyi’l-Azîm’ sırrını tecellisine mazhar olduğumuzu göstermektedir.
“Ancak, böyle bir İNÂYET ve RİÂYETE mazhariyetin de, şart-ı âdî planında bir kısım sebeplerinin olması lâzımdır. Çünkü Zülkarneyn bile, harikulâdeler kuşağında FÜTUHÂT DANTELÂSI ÖRERKEN, sebeplerini elden bırakmamıştır. ‘Fe etbaa sebeben, sümme etbea sebeben…’ (Kehf Suresi, 18/ 84-85-89-92) yani ‘Zülkarneyn, bir sebepten diğer bir sebebe sıçrayarak sebebler devr-i dâimi veya sebeplerin doğurganlığını değerlendirmiştir.’ ferman-ı Sübhanî’si, Zülkarneyn’in bu anlayışını anlatmaktadır. Şimdi eğer bir Nebi için sebepler söz konusu ise, bizlerin sebeplerden bağımsız hareket etmemiz herhalde düşünülmemelidir.
“Sebepler, maddî veya mânevî olabilir. Maddî sebepleri eksiksiz yerine getirdikten sonra, İlâhî İNÂYET EKSENLİ HİZMETİMİZİN devam ve temâdisi için mânevî sebepler adına bu İNAYETLERİ bizlere lütfeden Allah’la münasebetimizi devam ettirmemiz ve O’na yönelmemiz gerekmektedir.
“Evet, her şeyden evvel O’na yönelmek çok önemlidir. Zira büyük problemler ve yapılmaz gibi görülen büyük işler, ancak O’na teveccüh ile gerçekleştirebilmek için, Kudreti Sonsuz’a teveccüh edip yönelmemiz gerekmektedir. İşte bu teveccüh de, bir yönüyle sabır ve namazla olmaktadır. Esasen bu ikisi arasında bir TELÂZUM (birbirine lüzumlu) vardır. Yani bunlar birbirinden ayrılmaz iki parça gibidir. Çünkü NAMAZ, Allah’a imandan sonra KULLUK adına yapılabilecek en büyük bir iştir. Evet NAMAZ; mâlî, bedenî bütün İBADETLERİ içinde toplayan ibadettir… Hac, oruç ve zekât gibi ibadetlerin nüvelerini de onda görmek mümkündür. Yalnız bu, kâmil mânâda elde edilen NAMAZ için geçerlidir. Dolayısıyla her insan namazını kılarken Kâmil MÂNÂDA EDA ETMEYE ÇALIŞMALIDIR. Namaz, herşeyi ile hâlis bir ibadet ve miraç için yeğane vesile, sonra da Allah Resulüne (S.A.S.), gökler ötesi seyahatinin en son noktasında tevdi edilen İlâhî bir armağanıdır.
“Nebiler Serveri (S.A.S.), Miraca KÂB-I KAVSEYN ruhuyla yönelmişti. O, sebepler üstü yaşadığı o noktada, namazla müşerref oldu ve onu hayatı boyunca da En Kâmil Mânâda Edâ etti. O noktada başka bir şey değil de (sadece) BEŞ VAKİT NAMAZIN HEDİYE OLARAK VERİLMESİ, dikkate şâyandır. Zira Namaz Tamamen Allah Resulünün Misyonu ile Alâkalıdır. Evet, Resulullah’ın Misyonu, insanların ulaşamadığı noktalara ulaşmak, kurbetin (Allah’a yakınlığın) hazzını tadıp geriye gelmek; sonra da duyup tattığı hakikatleri başkalarına anlatmak ve o ZÜMRÜT TEPELERE ONLARI DA GÖTÜRMEKTİR. Öyleyse, miracın esas armağanı namazdır ve bu aynı zamanda her müminin miracı olarak, onları da miraca götürecek NURDAN BİR HELEZONDUR. Bundan dolayı Allah Resulüne (S.A.S.) BİR MİLYON CENNET BAHŞEDİLMİŞ olsaydı, belki de başkalarının ayağının altına uzatılacak böyle nurdan bir HELEZONUN VERİLMESİ kadar Onu sevindirmeyecekti.
“Evet, namaz öylesine büyük bir ARMAĞANDIR ki, bu armağan içinde, herkese kılacağı NAMAZI ÖLÇÜSÜNDE BİR MİRAC Mukadderdir. Öyleyse, O İNAYET ve RİÂYETE mazhar olmak için böylesine büyük bir ibadete talip olunmalıdır. Şayet hedefimizde mükemmel mânâda bir namaz olursa; gerçek mânâsıyla edasına niyetlendiğimiz namazı yakalayacağımız ana kadar kıldığımız namazlar da –inşaallah- hüsn-ü kabul görür. Zira müminin niyeti, amelinden hayırlıdır.
“Allah’ın inayetine talip olmada ikinci esas SABIR’dır. Esasen, böyle bir inayet yolundan birinci esas olarak arz ettiğimiz namaz için de maddî sebepler dünyasında koşmak için de hep SABRA ihtiyaç vardır.
“Evet, bu yol SABIR ister. İbadetü tâata karşı SABIR Şartların bütün bütün ağırlığına rağmen kulluğun devam ettirilmesine SABIR… Allah’ın seni mükafatlandıracağı günü beklerken zamanın çıldırtıcılığına karşı SABIR…
“İşte NAMAZ ve SABIR, bir yerde böylesine özdeşleşmektedir. Allah’ın inayetine tâlip olmanın yolu ve yöntemi, sabırlar hizmetlerinin arkasını takip etmek; namazla sürekli KONSANTRASYON aramak; Mahbûb-u Hakîkî olarak her lâhza Allah’ı (c.c.) düşünmek ve O’nu herşeye tercih etmektir.” (Prizma-2)
M. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bu tesbitlerinin ışığı altında yolumuza devam etmemiz mutlaka en isabetli davranış olacaktır…