Salih Gülen, “Osmanlı’nın “kara” kelimesiyle imtihanını anlatırken diyor ki: “Osmanlının Kara Belaları: (Bunlardan) KARAcahisar Tekfuru, Osman Gazi zamanında civar tekfurları da ikna ederek (ayartarak) Osman Gazi üzerine yürümüş ve İkizce yakınlarında yapılan savaşta Osmanlı hanedanından ilk kayıp (Osman Gazi’nin kardeşi Sarı Batu) şehit düşmüştür.
“KARAmanoğulları, Osmanlının Anadolu’da siyasî birliğini kurmasında en fazla sıkıntı çıkaran ve en çok direnen beyliktir.
“KARAdeniz, Osmanlıda ilk defa Müslüman bir toprağın kaybedildiği bir denizdir. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Karadeniz kıyısındaki Kırım kaybedilmiştir…
AnKARA, (Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle EnKara) Savaşı, Yıldırım Bayezid işe Timur arasında cereyan eden 1402’deki savaş, Osmanoğullarının mağlubiyeti ile neticelenince Anadolu’daki siyasî birlik dağılmış, ülke fetret devrine girmiş ve İstanbul’un fethi gecikmiştir.
“KARAyazıcı Abdülhalim, Sultan III. Mehmet devrinde büyük bir Celâli isyan çıkaran, aynı zamanda Anadolu’da Celâlî’lerin hep birlikte hareket ettikleri ilk isyanı da başlatan kişidir.
“KARAhumma (tifo), bulaşıcı bir hastalık olmasından dolayı Osmanlı’da çok sayıda insanın ölümüne sebep olur ki, Sultan I. Abdülhamit devri sadrazamlarından KARA ünvanlı KARA vezir Mehmed Paşa da KARAhummadan vefat etmiştir.
“Bütün bunlara kaderin garip bir cilvesi demek mümkün, ancak daha ilginç olan husus bütün bu kara belaların Osman Gazi’nin kurduğu Osmanlının başına gelmesidir, çünkü Osman Gazi’nin ünvanı KARA’dır.”
Yavuz Selim daha şehzade iken bazı fitnekârların kışkırtmasıyla Babası II. Bayezid’in ordusuyla Çorlu taraflarında karşı karşıya kalmıştı. Askerlerine kimsenin kılıç kaldırmamalarını emretti. Onlar saldırınca, KARAbulut ismindeki atının sayesinde etrafındaki çemberi yarıp gitti… Bu arada kurtulmasında KARA Hüseyin Ağa adlı birinin büyük faydası oldu.
Çaldıran savaşında, Şah İsmail’in ordusu daha uzakta dağınık vaziyette iken Yavuz Sultan Selim’in ordusu savaş düzeni alarak ilerlemeye başlamış. Bu arada hava KARARMAYA başlamış. Osmanlılar bunun güneş tutulması olduğunu fark edip ilerlemeye başlamışlar. Güneş tutulması geçince gündüz ortasında oldukları iyice anlaşılmıştır. Büyük zafer de kazanılmıştır.
“1915’te Ocean zırhlısını 265kg mermi ile vuran Seyit Onbaşı gibi KARA Mehmed ismindeki gözü pek bir topçunun yaptığı atış, savaşın seyrini değiştirir. Zira mermi, amiral gemisinin BARUT deposuna isabet eder ve gemi sulara gömülür.”
“Osmanlı’da saray mutfaklarındaki aşçı ve yamakların nefis yemekler yapmaları dışında üstlendikleri enteresan roller vardır. 1596’da Haçova’da Avusturya ile Osmanlı arasında yapılan savaşta Osmanlı ordusu Avusturya’nın ciddi saldırıları üzerine dağılmaya başlar. Sultan III. Mehmed, otağını savaşı yakından yönetebileceği bir yere kurdurmuştur. Ağır kayıplar veren Osmanlı Ordusunun kaçmaya başladığı görülür. Düşman kuvvetlerinin Sultan’ın otağına doğru yaklaşması büyük heyecana sebep olur. Padişah’a kıyafet değiştirip kaçması bile teklif edilir. Padişah’ın hocası aynı zamanda Yavuz Sultan Selim’in en kıymetli adamlarından Hasan Can’ın oğlu, Seyhülislam Hoca Sadeddin Efendi, sözleriyle padişahın ordusunu terk etmemesini sağlar. Peygamber Efendimizin (S.A.S.) hırkasını giymiş, Peygamber kılıcının elinde olduğu bir Padişah’ın gidişatı değiştireceğini söyler. Sultan III. Mehmed, kararlılık gösterir ve karargâhı terk etmez. Düşmanın karargâha kadar ulaştığını gören aşçılar, Padişah’ın orada olduğunu ancak askerin kaçtığını fark edince, (İŞ BAŞA DÜŞTÜ!.. diyerek âdetâ) çılgına dönerler. Ellerine ne geçirirlerse, düşman üzerine hücum ederler. Aşçılar dışında Padişah hizmetinde bulunan saray çalışanları; seyis, hademe, KARAkullukçu, deveci ve katırcı gibi geri hizmettekiler de savaşa katılır. Ummadığı bir direnişle karşılaşan Avusturyalılar, her şeyin bittiğini düşündükleri bir anda neye uğradıklarını şaşırırlar. Direnişi gören geri çekilmiş haldeki askerler de bir kısmı geri dönüp, aşçılarla birlikte hücuma geçer. Kaybedildiği sanılan savaş birden zafere dönüşür. Türk tarihinde aşçıların yardımıyla kazanılan Haçova’nın benzeri başka bir zafer yoktur. Aşçılar, düşman askerlerinden ele geçirdikleri miğferleri İstanbul’a dönünce zaferi hatırlatsın diye saray mutfağı olan Matbah-ı Âmire’nin kaplarının üzerine çivilerler.”
Her dönem işte böyle iş ve işler başa ve başlara düşebilir. Mühim olan, böyle zamanlarda her şeyi göze alıp işin üzerine gitmek, moralleri düzeltip yolumuza güzelce devam etmemiz gerekir…
“Sultan II: Bayezid, saltanatının son zamanlarda Şahkulu isyanını bastırırken Sadrazam Atik Ali Paşa’nın şehit olduğu haberini alınca çok üzüldü. Padişah’ın üzüntüsüne taht mücadelesi yapmayan Şehzâde Şahinşah’ın ansızın vefat da eklendi. Sultan Bayezid, tahtı, Şehzâde Ahmed’e bırakması için yapılan baskılardan bunalmıştı. Şehzâde Ahmed’i İstanbul’a davet etmek zorunda kaldı. Devlet adamları Şehzâde Ahmed taraftarı idiler; Yeniçeriler ise, Şehzade Yavuz Selim’in taraftarıydılar. Devlet adamları bu durumu çok ciddiye almıyor, yeniçeriler için ‘İt ağzında kemik tutar, bunlara kemik atalım’ diyerek, onlara verilecek birkaç akçe ile yola geleceklerini düşünüyorlardı. Fakat durum hiç de böyle gelişmedi. Konuşulanlar yeniçerilerin kulağına gidince afişler hazırladılar ve üzerine şöyle yazdılar: ‘Bizi ciddiye almayıp Şehzade Ahmed’i getirirsiniz, bizim için, it ağzında kemik tutar dersiniz. Bilin ki, biz köpek değiliz, aslanız. Bize gıda olarak kelle gerektir. Vallahülazîm, cümlenizin başını keseriz.’ Bu afişleri her yere astılar, sonunda onların dedikleri oldu ve Şehzade Yavuz Selim padişah oldu.”
Tarihimizde yaşanan bu kanlı çatışmalar inşaallah artık sona erer. Herşey sulh içinde hallolur.