Güneş, ritmik bir hareketle bir kalb gibi durmadan atıyor. İnsan vücuduna kalbin ab-ı hayat gibi kan pompalamasına benzer şekilde Güneş de cihana hayat vesilesi hararet, nur ve enerji neşrediyor…
Eski ve yeni eserlerinde Üstad Hazretleri Güneş için şu ifadeleri kullanıyor:
“Güneş, kendisine tayin edilen yere doğru cereyan ederek akıp gidiyor.” (Yasin Suresi, 38. Âyet)’e göre: Evet ‘Tecrî yani cereyan ederek akıp gidiyor’ fiili bir üsluba işaret ediyor. “Li müstekarrin yani tayin edilen yere istikrar için, kararında ifadesi de bir hakikata işaret ediyor. Demek câizdir ki, “Tecrî” lâfzıyla şöyle bir üslûba işarettir. Şöyle: Güneş, demiri altından yapılmış tehzîb ve tezhîb sanatıyla süslenmiş, zırhlı bir gemi gibi, esîr maddesinden olan ‘dalgaları kararlaşmış’ semâ denizinde seyahat edip yüzüyor.
“Eğer gerçi Güneş karargâhında demir atmış gibidir. Lâkin o semâ denizinde, o ‘erimiş altın’ cereyan ediyor.
“İkinci olarak: Güneş karargâhında, mihveri (ekseni) üzerinde hareket etmekte olduğundan, o erimiş altın gibi eczaları da cereyan ediyor. Bu hakiki hareket evvelki mecazi hareketin dânesidir, belki zembereğidir.
“Üçüncü olarak: Güneşin karargâhı denilen tahterevâniyle, seyyâreler denilen seyyar askerleriyle göçüp âlem sahrâsında seyir ve seyahat etmesi, İlahî hikmetin gereği görülüyor. Zira, İlahî Kudret, herşeyi canlı ve hareketli kılmıştır ve tam bir durgunluk içinde hiçbir şeyi, mahkûm etmemiştir. Ölümün kardeşi ve yokluğun amcaoğlu olan mutlak ataletle İlahî Rahmet bırakmamıştır ki, bağlanıp kalsın. Öyle ise, Güneş de hürdür. İlahî kanuna itaat etmek şartı ile serbesttir, gezebilir. Fakat başkasının hürriyetini bozmamak gerektir ve şarttır. Evet, Güneş, Allah’ın emriyle temessül eden ve herbir hareketini İlâhî iradeye tatbik eden bir çöl paşasıdır.” (Mukakemat, Birinci Makale / Unsuru’l-Hakikat)
“Güneşi insan, yalnız bir lâmba değil belki bahar ve yaz tezgâhında dokunan Rabbanî dokumaların mürekkebin nur ile bir hokkası suretinde, tasavvur ederek Güneşin görünürdeki hareketi, alâmet olduğu ve işaret ettiği âlemin intizam ve âhengini düşünerek Cenab-ı Hakkın sanatına ‘Mâşâallah’ ve hikmetine ‘Bârekâllah’ diyerek secdeye kapanır.”
“Evet Güneş meyveli bir ağaçtır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri.
“Eğer sükûtiyle sükûnet eylese, cezbe (çekim) kaçar, ağlar fezada muntazam meczûbları.’ (Yirmi Beşinci Söz)
“Güneş de bir çiçektir; ziyasındaki yedi rengi, o çiçeğin nakışlı boyalarıdır.” (Otuz İkinci Söz)
Mütefekkir bir beynin kaleminden çıkan şu ifadelere bir dikkat edelim:
“Çiçeğin nabzını yoklandın mı hiç;
İçinde güneşi kokladın mı hiç?
Gördün mü dalgalar nasıl coşuyor?..
Bir oluş… soran yok.
Gördün mü felekler nasıl koşuyor?
Bir gidiş… duran yok.
Güneş almış başını yana yana gidiyor.
Hakkı tesbit ediyor…
Binbir yüzünü benden gizlesin varsın;
Hangi perde açılsa arkasında SEN varsın.
Ya bu perdeyi sıyır; ya o perdeyi kapat!
Bu imtihan bitsin artık; sırlar bende kat kat
Güvercinin göğsünde gizli, ağacın ruhu…
Hu! Hu! Hu! Hu!...
Zikreder vecd içinde, zikreder derin derin;
Onun kabarıp taşan göğsünde Senin tecellin
Çıldıracağım ben çıldıracağım
Nerede yoksun Sen, söyle Allah’ım.
Her şeyle mümkün ispatın…”
Münâcât Risalesinde Üstad Hazretleri şöyle diyor:
“Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından perdelenmiş olan Zât-ı Akdes!
“Yâ Rabbe’l-âlemin! Yâ İlahe’l-Evveline ve’l-Âhirin! Yâ Rabbe’s-Semâvatı ve’l-Arazîn!
“Ey Rabbü’l-Enbiya ve’s-Sıddıkîn!..
“Bütün mevcudat Senin mülkünde, Senin emrin ve Kudretinle, Senin irade ve tedbirinle, Senin ilmin ve hikmetinle musahhar ve muvazzaftırlar. Takdis, tekbir, tahmid, tehlil ile Küre-i Arzı bir zikirhane-i âzam, bu kainatı bir mescid-i ekber hükmünde göstermişler.
“Yâ Rabbi ve yâ Rabbes’s-Semâvâti ve’l-Arazin!
Ya Hâlıkî veya Hâlık-ı Külli şey!
“Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilatiyle ve bütün mahlukatı bütün keyfiyetleriyle emre âmâde kılan Kudretinin, iradenin, hikmetinin, hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle ve isteklerimi bana musahhar kıl. Kur’ân’a ve imana hizmet için, insanların kalblerini Risale-i Nur’a musahhar yap. Bana ve kardeşlerimize iman-ı kâmil ve hüsn-i hâtime ver. Hz. Musa Aleyhisselama denizi ve Hz. İbrahim Aleyhisselama ateşi, Hz. Davud Aleyhisselama dağı, demiri, Hz. Süleyman Aleyhisselama cinnî ve insî, Hz. Muhammed Aleyhisselama Güneşi ve Ay’ı teshir ettiğin gibi, Risale-i Nur’a kalbleri ve akılları musahhar kıl. Beni ve Risale-i Nur Talebelerini nefis ve şeytanın şerrinden, kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennetü’l-Firdevs’te mesûd kıl. Âmin, âmin, âmin.”
Bu duaya bizler de ‘Âmin!’ demeliyiz…