Kastamonu ve Mehmed Feyzi Efendi

Safvet Senih

Safvet Senih

11 Eki 2017 10:40
  • İhsan Atasoy, “Bediüzzaman’ın Sır Kâtibi MEHMED FEYZİ EFENDİ” isimli eserinde Kastamonu’yu şöyle anlatıyor: “17 bin evliyayı ve Anadolu’nun dört mâneviyat büyüğünün biri olan Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerini Kastamonu sinesinde barındırıyor. Mehmed Feyzi Efendi de Kastamonu’da yetişmiş ve onları temsil etmiş büyük bir veli ve âlim bir zattır.

    Kendisini, Kastamonu’da 28 Mart 1912’de bir Ramazan gününde doğdu. Annesi Ayşe Hanım, hâfız-ı Kur’an’dı. Hem anne, hem de bana tarafından Efendimizin (S.A.S.) soyundandır. Dayısı Ali Bey de tanınmış âlimlerdendir.  Mehmet Feyzi Pamukçu (Şallıoğlu), Sinanbey Câmii İmamı Ömer Aköz Efendi’den Kur’an okumayı öğrenmiş ve hafızlığını tamamlamıştır. İslâmî ilimleri tahsilde Ömer Efendi hep mürşidi olmuştur.

    “Mehmed Feyzi Efendi okul dönüşlerinde babasının karşısındaki kalaycıları seyre dalar. Kalaycılık hoşuna gider: Önce kaplardaki kir ve pasların silinmesini, sonra onların körük üzerinde ateşe tutularak kalay çubuğunun bir pamuk parçasıyla eritilip kaplar üzerinde gezdirilerek kapların pırıl pırıl yapılmasını büyük bir zevkle seyreder. Kalaycılığa olan merakı, bu mesleği, insanın  manevi bakımdan arınmasına benzetmesinden dolayıdır. Bilindiği gibi insan tasavvuf yolunda önce TÖVBE- İSTİĞFAR  ile kalbini günah kirlerinden arındırır, daha sonra İlahî zikir ve tefekkür nurları ile parlatır. Paslı kaplar KALAY  ile temizlendiği gibi, günahlı kalbler de Tövbe-İstiğfarla temizlenir, zikr-i İlahî ile parlatılır. Evet KALAYCI  USTASI  da Mürşid-i Kâmili temsil eder… Mehmed Feyzi Efendi, hayatının ilerleyen döneminde kendini bütünüyle MÂNEVΠ KALAYCILIK  olan İrşad Hizmetine verir.”

    Aslında kalaycılık meselesinde, 500 sene önce Kastamonu’ya halkı irşad için gelen Şeyh Şaban-ı Velî Hazretlerinin rolü de vardır. Çünkü Pîr Hazretlerine, zamanın Kastamonu Valisi, durumunu tetkik için görevli birisini gönderir.  Görevli gider Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerini tefekkür hâlinde bulur. Kendisine ne işle meşgul olduğunu sorunca ‘KALB KALAYLARIM!’  diye cevap verir. Adam KALB  kalaylamayı, KAP kalaylamak olarak anlayıp döner… İşte asırlar sonra Mehmed Feyzi Efendi de bu mânada kalaycılığa ilgi duyar.

    Mehmed Feyzi Efendinin, kendisinden talim üzere Kur’an’ı hıfzettiği Hafız Ömer Efendi, Nakşî Tarikatının mâna eri Şeyh Esad Erbilî Hazretlerinin halifesidir. Ömer Efendi Kastamonu Sinan Bey Camiinden, İstanbul Fatih Camii Baş İmamlığına tayin olmuştur.

    Askere gitmeden evvel Kastamonu da daha başka hoca efendilerden de Arapça, Kelam, Tefsir ve Hadis dersleri ders alıp bu ilimlerde derinleşip mâhir ve üstad hâle gelen  Mehmed Feyzi Efendi İstanbul’da askerlik yaparken büyük âlimlerden, Bayezid ve Fâtih Camilerinde ders okutan hocalardan da dersler almıştır. 

    Mehmed Feyzi Efendi askerden sonra Kastamonu’da  Üstad Bediüzzaman Hazretleriyle tanışır.
    Prof. Dr. Hasan Küçük Bey, diyor ki:
    “Mehmed Feyzi Efendi denince, şüphesiz Said Nursi Hazretleri akla gelir ki, elhak doğrudur. Çünkü Mehmed Feyzi Hazretleri, Said Nursi Hazretlerinin yetiştirdiği bir DÂHÎ’dir. Nitekim o, Said Nursî Hazretleriyle karşılaşmadan önce, mütevazi bir baba mesleği olan hırdavatçılıkla uğraşan, kendi halinde, masum, terbiyeli, nezih ruhlu, çevresince sevilen, herkesin takdirini kazanmış Kur’an hâdimi, hâfız bir gençtir.

    “Mehmed Feyzi Efendi Üstad ile karşılaşınca, artık aradığını bulmuş olarak babasının hırdavatçı dükkanındaki işini bırakmış, bütün vaktini geceli gündüzlü Üstadının hizmetine tahsis etmişti. Artık sobasını yakıyor, yemeğini, çayını, kahvesini hazırlıyor, çeşmeden suyunu dolduruyor, çarşıdan ihtiyaçlarını tedarik ediyor, bir yandan da Üstadını kendisine rehber ve güzel örnek alarak, kendi kendini yetiştirmenin, onun ilminden ve irfanından istifade etmenin çarelerine dikkat ediyordu.

    “Mehmed Feyzi Efendi aslen Kastamonu’nun yerlisi olmasına rağmen, şivesi çok değişikti. Beni çok etkilemişti. Bir ara kendimden geçmişim, hiç farkında değildim. O, beni teselli edici ifadelerle ve dünyalar sanki bana verilmişti. Böylece başlayan gönül bağı, askerliğime kadar yaklaşık üç sene sürdü.” 

    Hasan Erdoğan  diyor ki:
    “1979 Ağustos ayı, mübarek Ramazan günü Ankara Mamak Cezaevinde adım öğrenci olaylarına karıştığımdan aslında mazlum ve masum olduğum halde 72 gün kaldıktan sonra çıkmıştım. Artık kesin bir kararla bir daha SİYÂSΠ OLAYLARA  karışmayacak, kendime bir MÜRŞİD  bularak mânevî ve uhrevî yolda ilerleyecektim.

    “1979 Eylül’ünde henüz yeni bir çevre edinemediğimden yine Kastamonu’da Ülkü Ocaklarına takılıyordum. Mürşid aradığımı bilen Said Eroğlu, beni Mehmed Feyzi Efendiye ziyarete götürdü… Sade, fakat mis gibi kokan mânevî haz veren bir odaya girdik. Kimse yoktu. Az sonra bembeyaz sarıklı, güzel sakallı bir zat içeri girdi. Büyük bir tazimle elini öptüm. Ben hayretler içindeydim. Zira Peygamber Efendimizin (S.A.S.) mânevî şahsiyetini aksettiren bir zatla karşı karşıya olduğumu anladım.

    “Ben hayran hayran yüzüne bakmaya çalışıyordum. Ama ne mümkün… Güneşe bakar gibi gözüm kamaşıyor. Gözleri sanki röntgen şuaı gibi kalbimin ve ruhumun içini görüyor gibiydi. Yarım saatlik zamanda ruhuma işleyen sohbetinden, hâfızamda ‘Akıl nuru kalbten alır. İman ile kuvve-i akliye tenvir olur.’ cümlesi kalmıştı.

    “Yanından ayrılınca Said’e sordum: ‘Bu zât, bu ilmi kimden almış?’  O, dedi ki: ‘Bediüzzaman Hazretlerinden…’  Ben, ‘Talebesi böyle âlim ise, Hoca Bediüzzaman kim bilir nasıl âlimdir?’ diye hayranlığımı dile getirdim.”

    Evet merhum Mehmed Feyzi Efendi Ağabeyimizle görüşen hep böyle şeyler söylüyorlar. Ben de kendisiyle görüştüğümde aynı duygularla  hayranlığımı ifade  ettim… 

    Safvet Senih 
    11 Eki 2017 10:40
    YAZARIN SON YAZILARI