Cenab-ı Hak Musa Aleyhisselama: “(Ey Musa!) kardeşin (Harun) ile birlikte âyetlerimle gidiniz, sakın Beni zikredip anmakta gevşeklik göstermeyiniz. Gidin, Firavun’a, zira o iyice azdı. Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitap edin. Olur ki, aklını başına alır, yahut hiç değilse biraz çekinir. ” (Tâ Hâ Suresi, 20/42-44) buyuruyor. Takdimi 22 Ekim 1995’te Ahmet Kurucan tarafından yazılan Prizma-1 kitabında M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “Şunu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalıyız ki, ileride gideceğimiz Amerikalılara, İngilizlere, Almanlara karşı kullanacağımız üslubu iyi tespit etmek zorundayız. O halde her meselede olduğu gibi, bu meselede de Kur’an ve Sünnet’in ruhundan süzülmüş ölçü ve kriterlere müracaat etmemiz lâzımdır. İsterseniz, Kur’an’da bir örnek ile konuya daha da müşahhaslaştıralım. Allah (c.c.) Hz. Musa Aleyhisselama, Firavun hakkında ‘ona yumuşak söz söyle, belki düşünür.’ diyor. Yani sana ve kavmine yıllarca kan kusturan Firavun bile olsa, yumuşak söz ve tatli dil ile muamele edilmesi söz konusu. Burada dikkati çeken önemli bir husus da, Kur’an’ın düşünmeyi, Allah’tan korkmayı ‘kavl-i Leyyin’e bağlamasıdır. Bunu, ‘mefhum-u muhalifi’ ile ele alacak olursak, ‘Sertlikle üzerine giderseniz, ne düşünür, ne de haşyet duyar’ mânâsını çıkarabiliriz. O halde, muhatap kim olursa olsun.’ Mânâsını çıkarabiliriz. O halde muhatap kim olursa olsun, bir şeyler anlatabilmek için mülâyemet ve müsâmaha vazgeçilmez şartlardır. Demek ki, Müslüman daima tavr-ı leyyin, hâl-i leyyin, kalb-i leyyin, vicdan-ı leyyin, kavl-i leyyin içinde bulunmak mecburiyetindedir ki, gerçek irşad insanı olabilsin. Aksi halde, yani yumuşamamış, erimemiş, Muhammedî ruh kalıbına dökülmemiş insanın her hali ve tavrı, sun’î bir ve yapmacıktır. Böyleleri belli bir süre tebessüm etseler de, kuyruğuna basıldığı zaman hemen diş gösterir ve mâhiyet-i asliyelerini ortaya koyarlar. Zaten bir yıldız böceği rasat ehlini ne kadar zaman aldatabilir ki? Bu ölçüler içinde Hz. Mesîh İsa Aleyhisselamın Ahirzaman‘da yeryüzüne inmesi ve ümmet-i Muhammed’den birine iktida etme meselesini, O’nun, Muhammedî ruhtaki mevcut adâleti, re’fet ve şefkatiyle ayrı bir boyuta çekmesi şeklinde anlamak mümkündür. Yani Muhammedîlikteki itidalin üstünde hatta bazılarınca dengesizlik olarak görülecek şekilde ileriye götürerek ‘Dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönül kıranlara da gönülsüz olması’ şeklinde anlayabiliriz. Bu konuda asrın çilekeşi Hz. Bediüzzaman, ne güzel örnektir. O, hemen her zaman, kendisine işkencelerin en acımasızını ve en insafsızını revâ gören ehl-i dünyaya karşı bile bir girizgâh bulup imanî hakikatleri anlatmaya çalışmış ve katiyen darılmamıştır. Zaten Ashab-ı Uhdûd da öyle değil mi? Kendilerine hendekler kazıp, o hendeklerin içine itekleyenlere, ruhlarının ilhamlarını boşaltmak için çırpınıp durmuyorlar mıydı? Evet, bağırıp çağırmayla, şiddet ve hiddetle hiç kimseye bir şey anlatmak ve hele kabul ettirmek mümkün değildir. Belki, belli bir dönemde şiddet kullanma bir metot ve bir yol oldu ama, zaman ona neshedip hükümden kaldırdı. Ama ‘Medenîlere galebe ikna iledir.’ düsturu hükümfermâ. Günümüzün muhabbet erleri, çerçevesini çizmeye çalıştığımız seviyeyi yakalamalı ve bu konuda, bol bol temrinat (alıştırmalar) yapmalıdırlar. Evet, Hz. Mesih, âhir zamanda, semânın en ücra köşesinde de olsa o önemli misyonu edâ etmek için mutlaka nüzul edecektir. Nüzul edecektir ama, içinizde şahs-ı mânevînin içinde bulundurduğu mânâ ve ruha inecektir. Evet o, bu mânâya ve bu ruha kalıp olmak için inecektir. Eğer o ruh yoksa, ceset olarak gelmesinin bir mânâsı da olmaz zannediyorum. Öyleyse geleceği kucaklamayı planlayanlara, oturup O’na bekleyeceğine, kendilerini ona mensup olarak yetiştirme gayreti içine girmelidir. (…) O, Şam’da Ak Minareden indiği gün Ak Atına binsin, gelip Sultan Ahmed’in şadırvan avlusuna girsin. (…) Ne olursa olsun, âhir zamandaki diriliş, hâl-i leyyin, tavr-ı leyyin, kalb-i leyyin ve kavl-i leyyin ayrılmaz vasıfları olan Hak erleri tarafından gerçekleştirilecektir.” Seneler önce yapılan bu tespitler bizlere herhalde bazı derin mesajlar vermektedir. Mühim olan onları anlayıp gerekeni gerçekleştirmektir.