Merhum Arif Nihat Asya, “Gel Ey Muhammed” şiirinde bugünleri hatırlatırcasına bazı ifadeleri kullanıyor:
“Seccadeler kumlardı…
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!.
“Mescid mümin minber mümin…
Taşardı kubbelerden Tekbir,
Dolardı kubbelere ‘âmin’!
“Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
İki dünyada aziz ümmet
Muhammed ümmetiydi.
(…)
“Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi,
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi…
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, ya Muhammed:
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Müminlerin vardı.
Ve bir gün ki, gaflet
Çöller kadardı
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi,
Âmine’nin emaneti ağlardı!
Hatice’nin goncası,
Âişe’nin gülüydün.
Ümmetin gözbebeği
Göklerin Resulüydün,
Elçi geldin, elçiler gönderdin
Ruhunu Allah’a
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, ya Muhammed?
Yeryüzünde riya, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor…
Diller, sayfalar, satırlar
Ebu Leheb öldü diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi ya Muhammed,
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlid’ine hayran kulaklarımız:
Ne adlar ezberledi, ey Nebi,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık yolunu bilmiyor;
Artık yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Ka’benin siyahları
Yakışmamıştır, ya Muhammed,
Bugünkü kadar!
Haset, gururla savaşta;
Gurur, Kafdağında derebeyi…
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği…
İyiliğin türbesine
Türbedar oldu iyi!
Vicdan sakat
Çıkmadan yarına.
İyilikler getir, güzellikler getir.
Âdem oğullarına!
“Şu gördüğün duvarlar ki,
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir…
Fethetmedik, ya Muhammed,
Senelerdir!
“Ne doğruluk ne doğru:
Ne iyilik, ne iyi…
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi…
Günahın kursağında
Haramların peteği!
“Bayram yaptı yabanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar…
Atını hendeklerden –bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar…
Ağlaşın Yesrib,
Ağlaşın Selmanlar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı…
Yere dökülmeyecekti, ey Nebi
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun, yine, pervazlara
Güvercinler;
“Hû hû”lara karışsın
Âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin Fâtihalar, Yâsin’ler!
Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar?
Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.
Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir…
Örümcek ne havada
Ne suda, ne yerdeydi…
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!
(…)
Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Ya Muhammed, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Adem oğullarına!
“Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî bestelesin Tekbirini;
Evliya, okusun Kur’anlar!
“Ve Kur’an’ı göz nuruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osmanlar!
Naatini Gaalip yazsın,
Mevlidini Süleymanlar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel ey Muhammed bahardır…
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Mirac’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanad, rüzgar kanad
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen yapraklar kanad…
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllerde dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimleri günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşi sustuysa
Ezanlarını Dâvûd okusun!
Konsun, yine pervazlara
Güvercinler;
‘Hû hû’lara karışsın
Âminler…
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!”