Büyüklerin esprilerinde de çok güzel nükteler, ibretler oluyor; onlardan ders çıkarmak gerekiyor. Ali Ulvi Kurucu Ağabey, Medine’de uzun zaman kalan âlim, fâzıl, ârif Saatçı Osman Efendinin esprilerinden de bahsediyor:
“Saatçi Osman Efendi Hoca ile, günlerden bir gün, öğlen namazından çıkarken ‘Babu’r-Rahme’de karşılaştım. Selâm verdim, elimden tuttu, dedi ki: ‘Teyzeniz bugün BAMYA istemişti. Unutmuşum, gönderemedim. Sebze pazarına uğrayalım da alalım.’ Eskiden Harem-i Şerifin Babu’r-Rahme’nin yanındaki sokakta sebzeciler vardı. ‘Bamya alalım da pişirsinler.’ dedi. Çarşıya girdik. Aslen Tunuslu Hacı Kâmil isminde bir sebzeci vardı. Yaşlı bir zattı… Medine-i Münevvere’de âdet, sebzeciler sebzeyi seçtirirler, kalanına ‘Allah kerim’ derlerdi. Bamya da iyice seçilmiş, kartları kalmıştı. Hoca Efendi sordu: ‘Hacı Kâmil, başka bamya yok mu?’ O da ‘Medine bamyası bu… Şam’dan, Mısır’dan filan gelme değil, Medine-i Münevvere bahçelerinden gelen…’ dedi. Osman Efendi de ‘Alırdım ama bizim evde testere yok, bıçkı yok. Onun için alamam.’ İşte Saatçi Osman Efendi, böyle zarif, böyle tatlı konuşurdu. Gücendirmeden, kırmadan, ibret verici sözler söylerdi. Büyük ihtimal Resulullah (S.A.S.) da dinlese kendisine tebessüm buyururlardı. Allah bilir, takdir ve tebessüm de buyurmuşlardır.
“Hac zamanı idi. Urfalı iki kardeş Faik ve Emin Efendiler geldiler. Sohbete katıldılar. Beraberlerinde, biri genç (Hacı Ali), biri ihtiyar (Hacı Hüseyin), iki Urfalı daha vardı. ‘(Şöyle takdim edildiler:) Efendim, bu iki zat Urfa’dan geldi. Güzel kasideler, ilâhîler okurlar. Vakit de geç oldu ama, müsâde buyursanız, okusunlar da dinleyelim.’ Başta Osman Efendi ve diğerleri ‘Memnuniyetle… Buyursunlar… Dinleriz… Hoş geldiniz… Safa geldiler.’ dediler. Ama yaşlı olan Hacı Hüseyin söylüyor fakat genç olan Hacı Ali katılmıyordu. Celâlli bir zat olan Hacı Hüseyin, Hacı Ali’ye kızdı ve ‘Oku ulan soytarı!..’ dedi. Osman Efendi ile yanyana oturuyorduk. Bana dedi ki: ‘Ben Türkçeyi unuttum. Bu (soytarı) kelimesi (Efendi) demek miydi?’ Saatçi Osman Efendinin bu sualine yine aynı celâl ile Hüseyin Efendi cevap verdi: ‘Yok hocam! Soytarı, hırpo demek hırpo!..’ Bu sefer Osman Efendi: ‘Allah, Allah! Bir de Türkçe’yi züğürt lisan derler. Bir kelimenin kaç mânası varmış da bilmiyormuşuz yahu!.. İnsan cehaletten kurtulamıyor vesselam…”
“Osman Efendinin yanında, ona yardım eden Adnan diye bir albay vardı. O anlatmıştı: Osman Efendi, evine gitmek için kalkmıştı, bana: ‘Ben gidiyorum. Adnan Efendi, sen elindeki iş bittikten sonra kapıyı kilitler gidersin.’ dedi. Ben de ‘Güle güle’ demişim. Osman Hoca döndü: ‘Adnan Efendi, bu dua benim lehime mi, aleyhime mi?’ dedi. Ben ‘Efendim lehinize, güle güle dedim.’ deyince, ‘Güzel evlâdım, ama, yolda ben (Hah! Hah! Hâ) diye gülsem, elâlem bana, (Bu hoca kaçırmış,) demezler mi?”
“Saatçi Osman Efendinin lâtif sözlerinden birisi de şu idi: ‘Medine-i Münevvereye ilk geldiğimiz yıllarda, kalbimiz temiz, niyetimiz hâlis, dualarımız kabul olunuyordu. O günlerde yapılacak bir dua varmış, kaçırmışız. Şöyle ki: Konya’dan, İstanbul'dan, memleketin her tarafından mektup alıyorum. Hem şöyle yazıyorlar: Hocam bu sene valideyle beraber hacca geliyoruz; bu sene ablamla beraber hacca geliyoruz; bu sene hanımla beraber hacca geliyoruz… Lütfen bize hususî bir oda… Bizim ev, Allah rahmet eylesin, kayınpederden kalan medresedir. Zaten kızların dersanesidir. Üç tane odamız var. Üçü de büyük. Ancak on kişi, on beş kişi kalabilir. İşte biz geldiğimizde Cenab-ı Haktan şunu dileyecekmişiz: Ya Rabbi bana beş yüz odalı bir ev nasip eyle…”
“Saatçi Osman Efendinin dersleri çok doyurucu olurdu. İslam Dünyasındaki hareketleri takip ederdi. Son günlerinde hem Bediüzzaman’ın, hem Seyyid Kutub’un tefsirlerini mütâlaa ederdi. Meselâ, ‘Rabbül-Âlemin’ için: ‘Kâinat milyarlarca yıldızla dolu, ama trafiği yolunda… Biz dünyada az bir vasıta… Hem de direksiyonunda insanlar varken TRAFİĞİMİZ KARMA KARIŞIK… Neden? Çünkü orada Allah’ın iradesi yürüyor. Beşeriyet ne zaman Allah’ın iradesine, kanununa teslim olursa, onu tatbik ederse, semâlar gibi intizama kavuşur.’
“Akşam namazından sonra başlayan ders, yatsı ezanı ile sona ererdi. Yatsı ezanını duymasak, vaktin nasıl geçtiğini anlamaz, herhalde sabaha kadar oturup dinlerdik.”
İşte bizim ilim ve irfan sahibi büyüklerimiz böyle insanlar!...