Sadettin Başer Ağabeyin hatıralarına devam ediyoruz:
Onbeş km.sonra Urumçi şehrine geldik.
Fakat ne hikmetse Urumçi’de yaşadığını söyleyen minibüsün şoförü adresi bir türlü bulamıyor, Nahit Bey de randevusuna geç kaldığını söylüyordu, içimde yeni bir sıkıntı daha başlamıştı. Tam bu sırada Hasan’ın verdiği mektubun alt kenarında önceden farkına varmadığım bir telefon numarası gözüme ilişti, meğer Hasan İstanbul’da zarfın üzerine kaydı ihtiyat ederek bir de telefon numarası yazmış bana bundan bahsetmemişti. Şöför gösterdiğim numarayı aradı, aradığımız numara Hasan’ın ablasının iş telefonu imiş. Kadın bulunduğumuz yere kadar geldi, koltuk değnekleriyle yürüyordu. Babasının evini adama tarif ettikten sonra o işine döndü. Adresi bulduk evin kapısının ziline dokunduk.
İçeriden kapı arkasından bir ses;
“Kim bu” deyince;
“Size Hasan’dan mektup getirdim” diye seslendim.
Kapı açılınca gördüğümüz manzara, bizi hem şaşırtmış hem de sevindirmişti.
Hanımefendinin başında beyaz bir namaz örtüsü beyinin başında da beyaz bir namaz takkesi olduğu halde meraklı bakışlar içinde kapıyı açtılar. Heyecanlı ve tedirgin bir halleri vardı ve bizlerden endişe etmeleri elbette normaldi. Ben zarfı uzattım, kadın merakla zarfı elimden aldı heyecanlanla zarfı açtı az okuduktan sonra;
“Hamdi, Hasan’dan mektup var” diye bir sevinç çığlığı attı.
Anne yüreği nereye ve niçin gittiğini bilmediği oğlundan sağlıklı bir haber almanın mutluluğunu yaşıyordu, bizi evine girmemiz için davet ediyordu. Artık Nahit bey bizi emin ellere teslim etmiş, gitmek istiyordu biz onun da gelmesini rica ettik, kendisinin randevusu olduğunu söyleyerek ayrıldı. O gittikten sonra heyecanımdan dolayı Nahit beyden bir adres alamadığıma çok üzüldüm. Hasan’dan gelen mektup aileyi çok mutlu etmiş, bize teşekkür ediyorlardı. Birkaç sene önce Zeytinburnu’nda iki sene kadar kaldıkları için gayet rahat Türkçe konuşuyorlardı.
Biz öğle namazını geçirmemek için hazırlık yapmaya başladık. Ayşe abla odanın birine seccadeleri sermiş bize odayı gösterdi. O anda neye uğradığımı iyice şaşırmış öyle duygulanmıştım ki, öğle namazlarımızı gözyaşlarıyla kıldık. Üzerimize sağnak halinde öyle lütuflar yağıyordu ki Cenab-ı Hak’ın bu acil inayetleri karşısında secdeye kapanıp şükretmekten başka ne yapılabilirdi ki!.. Hamdi beyle Ayşe hanıma, oğulları Hasan hakkında bilgi verdikten sonra “aylardır oğlumuzdan bir haber alamıyorduk ciddi bir endişe içindeydik” dediler.
Şimdi oğullarının kendi eliyle yazmış olduğu mektubu yaşlı gözlerle okurlarken endişeleri sevince dönmüştü. Aile olarak onlar çok sevinmişler misafir olarak biz de çok rahatlamıştık. Hamdi Bey oğlunun mektubunu okuyunca bize olan güveni iyice artmış ve samimi bir edayla şöyle söylemişti. “Dört ay oldu evde hasta yatıyordum, bir haftadır kendimi iyi hissettiğim halde bir türlü işe gitmek istemiyordum, hanıma, içimde bir his var, herhalde Hasan’dan bir haber gelecek.” Diyordum ve onun için çocuktan bir haber almayınca işe gitmek istemiyordum. Şimdi siz biraz dinlenin ondan sonra ne yapılması gerekiyorsa bakarız merak etmeyin.” dedi.
Yoldan geldiğimiz için haliyle yorgun ve açtık. Ayşe ablanın daha biz evlerine girer girmez mutfağa girerek bizim için hazırladığı Uygur mutfağına has yemeklerden yerken rahat olabilmemiz için gelmemizden duydukları memnuniyeti tekrarlayıp duruyorlardı. Aileyle konuşmalarımız kaynaşmaya vesile oldu, kısa zamanda biribirimize alıştık. Bir taraftan yemeklerimizi yiyor diğer yandan sohbet ediyorduk.
Kendi kendime Hasan’la İstanbul’da tanışmamızın bizim için nasıl bir rahmet olduğunu düşünüyor, Urumçi gibi Türkiye’ye binlerce km. uzaklıkta olan bir diyarda hem de inançlı bir ailenin evinde misafir oluşumuz bu münasebetle bize gösterilen yakın alaka; Bütün bunları düşündükçe, Almaata’dan Hamdi Beylerin evine gelinceye kadar inanılması güç olayların arkasında Allah’ın hususi inayetini görüyor yaşadıklarımıza biz de şaşıyorduk. Yemekten sonra şehirde görülecek bazı yerlerde gezinti yaparak eve döndük. Hamdi bey, sohbet esnasında buraya ne niyetle gelmiş olduğumuzu öğrenmiş faydalı olabilmek için iyi anlamak maksadıyla aklına gelen herşeyi soruyordu. Düşüncelerimizi iyice anladıktan sonra, bu ziyaretin faydalı olacağına inandığını söyledi ve bize bir proğram yaptı. Proğrama göre buralarda kalacağımız onbeş gün içinde nereye gidip kimlerle görüşeceğimiz hususunda bilgi vermişti. İlk önce Urumçi’de, ileri gelen bazı kimselerle görüşecek Çin’deki İslami hayatla ilgili bilgi alacaktık. Urumçi’den Kaşgar’a daha sonra da Pekin’e gidecek dönüşü yine Urumçi üzerinden yaparak Almaata’ya dönecektik.
Geldiğimizin ertesi günü Urumçi’de ilahiyatcı bir profesörle görüştük. Kendisi el-an İlahiyat fakültesinde Prof.muş. Rusya’daki değişiklilerle birlikte Çin’de de farklılıklar yaşanmaya başlanmış. Önceleri izin verilmeyen dini faaliyetlerde kısmen bir rahatlık gelmiş hatta Rusya’da olduğu gibi Çin’de de evliyaullahtan büyük zatların kabirleri yeni yeni onarılmaya başlamış. Bütün bu gelişmelerden sonra İslami fakülte de daha yeni faaliyete başlamış ve evinde ziyaret ettiğimiz Prof.ün, bize ısrarla dediği şu idi.
“Keşke Türkiye’den buraya tecrübeli din adamları gelebilseydi, özellikle köylerden çok imam talebi var, bir Fatiha bir ihlas öğrettiğimizi gönderiyoruz mescitlerde namaz kıldırıyorlar ama yetersiz oluyor.” Diyordu.
Ortaasaya da dahil omak üzere burada da görüştüğümüz hemen herkesin ortak temennisi bu idi. Urumçi’de son bir iki sene içinde bir çok mescit açıldığını söylemişlerdi. Urumçi`de en çok dikkatimizi çeken havanın çok rutubetli ve boğucu bir sıcaklık olmasından başka, mağazaların üzerindeki yazıların Arapça harflerle Çince harflerin alt alta sıralanmış olmalarıydı. Bir de sabahın erken saatlerinde özellikle yaşlı insanların parklarda alışık olmadığımız bir tarzda Uzakdoğuya has olan spor hareketleri yapmalarıydı.
İki gün Urumçi’de kaldıktan sonra Kaşgar’a gitmek üzere havaalanına geldik. Hamdi bey, Kaşgar’daki bir tanıdığına bizimle ilgilenmesi için telefon etmişti. Uçağın kalkma saati yaklaşınca Hamdi bey bizden ayrılmıştı fakat yapılan bir anonsla yolcularda bir hareket başladığını gördük. Dil bilemediğimizden ne yapacağımızı da bilemiyor belki biri yabancı olduğumuzu anlarda yardımcı olur diye sağa sola bakınıyorken, bir Uygur vatandaşı yanımıza yaklaşarak uçağın arızalı olduğu için bugün gitmeyeceğini yarına kaldığını söyledi. Biraz sonra yapılan başka bir anonsla da dışarıda bekleyen bir arabayla yolcuların yarına kadar bir otelde misafir edileceği duyurulmuş aynı şahıs, yapılan anonsu anlamadığımızı bildiğinden, bize işaret ederek kendisini takip etmemizi istiyordu, arkasına takılarak biz de herkes gibi otelin yolunu tuttuk. Fakat proğramda olmayan bu durum bizi zorda bıraktı, kime bir ihtiyacımızı söyleyelim, nasıl olsa bir gece açta yatarız diye kendimizi buna göre şartladığımızdan o geceyi öyle geçirdik.
Çünkü; Yememiz için ikram edilen yemeklere bir türlü elimiz uzanmıyor içimize sinmiyordu. Allah’tan uçak sabah erken saatte hareket etti de daha fazla aç kalmaktan kurtulmuş olduk..