Bir kardeşin İşaratü’l-İ’caz tefsirinden: “Allah onların kalblerini mühürledi” (Bakara Suresi, 2/7) cümlesiyle, KALB ile VİCDAN, iman nuru sayesinde İlahî Hakikatların tecellisine mazhar olmakla kemâlât menbaı, hayattar ve ziyadar oldukları halde; inkârın tercih edilmesi ile zulmetli, ıssız haşarât-ı muzırra yuvasına dönüştükleri için mühürlenmiş, kilitlenmiş ki, o korkunç yuvadaki akreplerden veya yılanlardan sakınılmasına işaret edilmiştir. Ve kezâ “Kulakları üzerine de mühür vurdu.” (2/7) kelimesiyle, küfür sebebiyle kulağa ait pek büyük bir nimeti kaybettiklerine işaret edilmiştir. Hatta kulaktaki zar, iman nuru ile ışıklandığı zaman, kâinattan gelen mânevî nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları anlar. Hatta o iman nuru sayesinde rüzgârların terennümlerini, bulutların naralarını, denizlerin dalgalarının nağmelerini ve aynı şekilde yağmur kuş ve benzerlerinin her neviden Rabbânî kelâmları ve ulvî tebhîhatı işitir. Sanki kâinat, İlâhî bir musıkî dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümlerle kalblere hüzünleri ve Rabbî aşkları intiba ettirmekle (zihinde iz bırakmakla) kalbleri, ruhları, nurânî alemlere götürür, pek garip misâli levhaları göstermekle o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder.” bölümüyle ilgili sorusuna Hulusî Ağabeyin verdiği yazılı cevapta onun Nurlardan aldığı dersini nasıl takdim ettiğini görürüz: “Sevgili kardeşim ve mânevî evladım, benden İşrârâtü’l-İ’caz tefsirindeki bir tabir münasebetiyle bu sırra mazhariyetin nasıl elde edilebileceğini soruyorsunuz. “Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir.” (2/7)
“Elcevap: Risale-i Nur’u ihlasla ve dikkatle mütalaa etmekle bir hakikate herkes hâlince nâil olur. Binâenaleyh, Yirmi Dördüncü Söz’ü dikkatle çok mütalaa et. Zaten kafirlerin vasıflarını anlatan o âyet, müminler için endişeye vesile olamaz. Korkmayınız. Sizin gözünüz, kulağınız, aklınız, kalbiniz imanla nurlanmıştır ve nurları günden güne artmaktadır.
“Size soruyorum, şiddetle esen bir rüzgârın ağaç dallarından çıkardığı sesler, gâfillerin dinledikleri gibi mânasız bir gürültü mü? Yoksa ‘Hû Hû Hû’ mu? Bir vapurun makine dairesinden gelen ürkütücü gümbürtü mü? Yoksa ‘Yâ Hak, yâ Azim, yâ Kadîr’ mi? Bahardaki arzın bir nevi dirilişi, suların çağlaması, kuşların cıvıltıları, kuzuların melemeleri çok İlâhî Güzel İsimlerin gözle görülmesi ve kulakla işitilmesi değil midir?
“Bu seslerin hepsi Yirmi Dördüncü Söz’deki sarih bir surette, ‘Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm’ diyen kediler gibi değildir. Fakat eşyaya kendileri hesabına değil, Hâlık’ları Sâni’leri hesabına bakılınca, bir lokomotiften Allah Allah sesi nasıl duyulmaz. Fakat maddeye dikkat edilirse korkunç bir gürültü mânası verilir.
“İşte Risale-i Nur Talebeleri, her şeyde tecelli eden Esmâ-i İlâhiyeyi tanımayı ve herşeyden o şeyin kendisine mahsus diliyle söylediği tesbihatı duymayı öğreniyor.” (İhsan Atasoy, Nur’un Birinci Talebesi HULUSÎ YAHYAGİL, sayfa: 200-201)
Üstad Hazretleri Lemaat’ta şöyle diyor:
“Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, raadlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer mânidar nevaz (okşama)…
“Terennümat-ı hava, naarat-ı ra’diye (gök gürlemesinin nâraları), nağamât-ı emvâc (dalgaların nağmeleri), birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecatı (yağmurun çıkardığı hoş ve güzel sesler), kuşların seceâtı (nesirde kafiye olan ritimli sesler), birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecaz.
“Eşyada olan sesler, birer varlık sesidir: ‘Ben de varım!’ derler. O susan kâinat, birden söze başlıyor: ‘Bizi câmid (cansız) zannetme, ey insan-ı boşboğaz!”
“Kuşları söylettirir ya bir lezzet-i nimet, ya bir nûl-i rahmet. Ayrı ayrı seslerle, küçük âğâzlarıyla rahmeti alkışlarlar, nimet üstünde iner, şükür ile eder pervaz (uçar).
“Remzen onlar derler: ‘Ey kâinat kardeşler! Ne güzeldir hâlimiz: Şefkatle perverdeyiz (besleniyoruz) Hâlimizden memnunuz. Sivri dimdikleriyle fezaya saçıyorlar birer nazlı âvâz.
“Güya bütün kainat ULVÎ BİR MÛSIKÎ’dir, iman nuru işitir zikirleri ve teşbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüfün varlığını, nizam ise tardeder evham üreten, kuruntu veren ittifakları…”
İnşaallah Üstadımızın bu tesbitlerinden biz de nasibimizi alırız.