Üstad’ın Hulûsi Bey’e hitap ettiği 153 numaraları Barla’da yazdığı mektuptaki kişi Halil Naci, Albay Hulûsi Ağabeyimizin oğludur. Halil Naci Ankara’da subay olarak bulunurken bir iftiraya uğramıştı. Üstad Sarıkamış’ta bulunan Hulûsi Bey’e yazdığı bu mektupta, onun için üzüldüğünü ifade ederek “Cenab-ı Hak onu da kurtarsın, size de sabır ve tahammül ihsan eylesin. Âmin. Nurun eskiden beri hiç sarsılmayan muhlis bir kahramanı elbette dünyanın geçici, kıymetsiz, fâni vaziyetleri karşısında telaş etmez, mağlup olmaz inşallah.” diyor. Üstad bu mektubun ikinci bölümünde Hulûsi Bey’e “Silsile-i ilmiyede bana en son ve en mübarek dersi veren ve haddimden çok ziyade şefkatini gösteren Hz. Şeyh Muhammed el-Küfrevî’nin (K.S.) halifelerinden Alvarlı Hoca Muhammed Efendi’ye ve ihvanlarına çok selam ve arz-ı hürmet ederim.” diyor.
Hulûsi Ağabey de önceleri Muhammed Küfrevî Hazretleri’ne bağlıydı. Bu ulu rehberin talebe ve halifelerinden Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’yle irtibatı vardı.
Nakşî Şeyhi Muhammed Küfrevî Hazretleri 1775 yılında Siirt’in Küfre köyünde dünyaya geldi. Üstad Bediüzzaman’ın ilim yolunda son dersini aldığı bu zât yüz yirmi üç yaşlarında 1898’de vefat etmiştir. Sultan Abdülhamid, Bitlis’e İtalyan mimarlar göndererek onun için bir türbe yaptırmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri o genç yaşında bir gün rüyasında Muhammed Küfrevî Hazretleri’ni gördü. Ona “Said! Gel beni ziyaret et, artık gideceğim!” dedi. Bunun üzerine gidip onu ziyaret etti. Fakat o uçup gitti. Rüyadan uyanınca saatine baktı, vakit gecenin yarısıydı. Sabah olunca bir de baktı Muhammed Küfrevî Hazretleri’nin evinden matem sesleri geliyor. Eve gidince o mübarek zâtın gece vefat ettiğini öğrendi. Rüyasının sâdık olduğunu da anlamış oldu.
Üstadın bu mektupta “Alvarlı Hoca Muhammed Efendi’ye ve ihvanlarına çok selâm ve arz-ı hürmet ederim” sözlerini Hulûsi Bey kendisine ulaştırınca Alvarlı Efe Hazretleri de Hulusi Bey’e bir mektup yazarak şöyle demiştir: “Allahü Teala’nın inâyeti ile ümmet-i Muhammed arasında Hidayet şem’asının nurunu füruzan eden (parlayan) kadri yüce bir zâtın huzur-u saadetine, kemter ismimi yazarak hatırlatmanız, hüsn-i himmetlerini celbedip selamlarını tebliğiniz, dünya ve içindeki şeylerin kıymetinden daha değerlidir. O kadri yüce zâtın himmetlerinin istirhamında, aciz bir bende ve günahkâr bir kemterim. O hususta himmetlerine havale. Esselâm ey hidayet nurunun semâsı, esselâm… Esselâm ey matla-ı saadet esselâm.”
Zannediyorum, kendi dergâhında yetişen Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, bir başka yere gitme arzusunun karşısına şiddetli bir şekilde çıkarak onun da Üstad Hazretlerine doğru yönlendirilmesinde Alvarlı Efe Hazretleri’nin büyük rolü vardır. Bu mahrem hususu ancak bu kadar ifade edebiliyorum. Zaten Efe Hazretleri, kendisini ziyaret eden Seyyid Salih Özcan’a “Elimden gelse bu hizmete yardım etmek isterdim” demiştir.
Üstad Hazretleri 28. Mektub’un Üçüncü Meselesinin 3. Noktasında diyor ki: İmam Rabbanî Hazretlerinin Mektubat kitabını gördüm, elime aldım. Hâlis bir tefe’ül ederek açtım. Acâibtendir ki, bütün Mektubat’ında yalnız iki yerde BEDİÜZZAMAN lâfzı var. O iki mektup bana birden açıldı. Pederimin ismi Mirza olduğundan, o mektuplarında ‘Mirza Bediüzzaman’a Mektup’ diye yazılı olarak gördüm. ‘Fe Sübhanallah’, dedim. ‘Bu bana hitap ediyor.’ O zaman Eski Said’in bir lâkabı BEDİÜZZAMAN idi. Halbuki Hicretin üç yüz senesinde, Bediüzzaman-ı Hemedânî’den başka o lâkapla meşhur olmuş zâtlar bilmiyordum. Halbuki İmam’ın zamanında dahi öyle bir adam vardı ki, ona o iki mektubu yazmış. O zâtın hâli benim hâlime benziyormuş ki, o iki mektubu kendi derdime devâ buldum.
“Yalnız İmam, o mektuplarında tavsiye ettiği gibi, çok mektuplarında ısrarla tavsiye ediyor: ‘Tevhid-i Kıble et.’ Yani, ‘Birini Üstad tut, arkasından git. Başkasıyla meşgul olma.
“Şu en mühim tavsiyesi, benim istidadıma ve ahvâl-i ruhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm: Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi, yoksa daha ötekinin mi arkasından gideyim? Hayret ve şaşkınlıkta kaldım. Her birinde ayrı ayrı câzibedar hâsiyetler var; biriyle iktifa edemiyordum.
“O halde iken, Cenab-ı Hakkın rahmetiyle geldi ki: Bu muhtelif tarikatların ve yolların başı ve bu cedvellerin menbâı ve şu seyyârelerin güneşi Kur’an-ı Hakimdir. Hakikî TEVHÎD-İ KIBLE bunda olur. Öyle ise, en âlâ mürşid de ve en Mukaddes Üstad da O’dur. O’na yapıştım.
“Nâkıs ve perişan istidadım elbette lâyıkıyla o hakikî mürşidin âb-ı hayat hükmündeki feyzini massadip (emip) alamıyor. Fakat, ehl-i kâlb ve hâl sahibinin derecelerine göre, o feyzi, o âb-ı hayatı, yine O’nun feyziyle gösterebiliriz. Demek, Kur’an’dan gelen o Sözler ve o NUR’lar, yalnız aslî ilmî meseleler değil, belki kalbî, ruhî, hâlî îmanî meselelerdir. Ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlâhiye (İlahî irfanlar, marifetullah bilgileri) hükmündedirler.”