Ana binadaki yemekhaneden çıktım, sıra ağaçları sağ tarafına alarak yeni binaya doğru giderken her zaman olduğu gibi bir ağacın üzerinde asılı, Mustafa Birlik yazılı ağaç levhaya baktım. İçimden bir Fatiha okumak geçti. Ama insanlar sanki hiç fark etmeden hep geçiyorlardı. Bir hatırlatma yapma ihtiyacını duydum. Hatta bazılarıyla tam orada fotoğraf çektirdim ve bu levhanın hatırasını anlattım: “Bu sıra ağaçlar birer fidan iken en küçükleri de bu idi. Mustafa Birlik Ağabey özellikle bunu hep sulardı. Sonra bu hepsinden uzun bir ağaç oldu. Mustafa Ağabey vefat ettikten sonra, M. Fethullah Gülen Hocaefendi onun hatırası olarak bu levhanın yazılıp asılmasını istedi..”
Biz, Mustafa Ağabeyi 1960’lı yılların başında tanıdık ve 1963’te Patlıcanlı Yokuştaki evinde yapılan akşam sohbetlerine de katılmaya başladık. 1966’da Hocaefendi İzmir’e geldikten sonra da devam ettik. 12 Mart Muhtırasında 54 kişilik mahkemede de beraberdik…
1960’ta Kestanepazarı Camii bitişiğindeki İmam-Hatip ve İlahîyatta Talebe Yetiştirme Derneğinin yurdunda kalırken, Demirci’den ortaokul mezunu bir öğrenci gelmişti. İmam-Hatip Okulunun fark derslerini verip İmam-Hatip lisesinde okumak istiyordu. Caminin sermahfilinde ders çalışıyorduk. Bana dedi ki; “Bende bir kitap var, eğer devlet yakalasa beni asarlar!..” Bende “Sen diyorsun arkadaş, hiçbir kitap yüzünden insan mı asılırmış?!..” diye çıkıştım. O zaman Konak Meydanında halkın gözü önünde bir kâtili asmışlardı. Onun birkaç suçu vardı. Asıldıktan birkaç saat sonra biz de görmeye gitmiştik ama… Kitap yüzünden böyle bir cezayı düşünemiyorduk. Bir arkadaşımız daha sonra geldi koltuğunun altına gizlediği kitap aceleyle hemen şöyle bir gösterip sonra yine aynı yere gizledi. Üzerinde Meyve Risalesi yazıyordu. Ben yine “Böyle bir kitaptan mümkün değil; adam asılmaz. Hüseyin, bunu nerden çıkarıyorsun?” dedim. Bana “Sen, hiçbir şey bilmiyorsun; bu ülkede olur olmaz şeylerden nice insanlar asılmış!..” dedi. Sustum kaldım.
Ne zamana kadar?
Risale-i Nurları tanıdık okumaya başladık. Mustafa Birlik ve Halıcı Hüseyin Ağabeylerin evlerinde akşamları yapılan sohbetlere iştirak ediyoruz. Daha sonra evler açıldı. Evlerde kalıyor hem tahsilimize devam ediyoruz hem Risale okuyoruz. Akşamları da sohbetlere gidiyoruz. 1971 yılında 12 Mart Muhtırası’ndan sonra 31 Mart’ta Karşıyaka’da bir sohbete katılmıştık, şikayet olmuştu. Baskın oldu. Bizi Mahkemeye sevk ettiler. 13 arkadaş tutuklandık. Bir hafta içinde çıkarız diye düşünüyorduk. Bu arada Sıkıyönetim ilan edildi. Mahkememiz sivilden askeriyeye geçti. İki buçuk ay bekledik. İddianame hazırlanmammış. Hazırlandıktan sonra Askeri Mahkeme Heyeti bakmış. Savcı Nurettin Soyer, 163. Madde ile yetinememiş, bizi 141-142 Maddelerden ele alıp idamımızı istemiş. Tabii Mahkeme bu iddianameyi reddetmiş. “Bunlar silahlı bir örgüt değil, hiç kimseye bir zararları yok. Sen iddianameyi 163. Maddeye göre yap” demişler herhalde. Bu sefer iki buçuk ay da o iddianame için hapiste bekledik.
Neticede arkadaşım Hüseyin haklı çıktı. Demek ki, istenirse kitap için bile insan darağacına gönderilebiliyormuş!.”