Peygamber Efendimiz (S.A.S.) “Müslüman o insandır ki, diğer Müslümanlar onun elinden ve dilinden selâmettedir, teminat altındadır.” (Buhari) buyurmaktadır. Bu ufka ulaşmış Müslümanların meydana getirdikleri toplumların ve milletlerin her zaman çevrelerinde burcu burcu bir güzellik hatta bir lâhûtiliğe şahit olunur. Zaten Müslümanların aslî vazifesi böyle olmak ve bunu başka insanlara taşımaktadır. Yani önce fert böyle olacak ve bu fertlerden meydana gelen toplumlar meydana gelecektir. Onlar başka büyük toplumlar mozayiği içinde de bulunsalar, asimile olmadan kendileri kalarak entegre olmaya çalışacak ve kendi renklerinde çiçek açacaklardır.
Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi bu hususa misâl verirken diyor ki: “Necâşî, Habeş hükümdarıdır. Bir milletin başında ve o milleti temsil ederken kendisine sığınan bir avuç Müslümanı himayesine almış ve zamanla onların söz ve davranışlarından, hareket ve tavırlarından, nâsiyelerinde ışıldayan nur ve sîneleri de çarpan imandan hakikate giden aydınlık yola sızmış ve derhal Allah Resulü’ne (S.A.S.) teslim olmuştu. Bu, o sarayda yapılan iyilik emir ve kötülükten nehyetmenin bir meyvesi olmakla beraber, o bir avuç topluluğu meydana getiren fertlerin, Necaşi’ye diyecekleri şeyleri, evvela kendi dünyalarına söylemiş olmalarının da bir neticesiydi. Başka bir ifadeyle, Necaşî’nin gözlerini kamaştıran, onların dudaklarından dökülen sözler olduğu kadar, bizzat kendi şahsiyetlerine sindirdikleri ve onların mânevî yanlarını teşkil eden fazîletleri idi.
“Necaşî’nin, Efendimize (S.A.S.) yazdığı mektup, baştan sona edeple doludur. Daha sözünün başında: ‘Allah Resulüne, Necaşî’den…’ demesi yani, o günkü âdeta göre, büyüklüğünü kabul ettiği şahsın ismini öne geçirmesi; mektubun muhtevası, hem onun ruhunda aniden nasıl bir dalgalanma meydana geldiğini göstermesi bakımından, hem de ifadelerdeki edep bakımından tekrar tekrar okunmaya değer bir metindir. Hele ona ait şu söz ne kadar çarpıcıdır: ‘Ya Resulullah, istersen hemen gelirim. İstersen burada kalır kavmimi irşad ederim…’ Bir başka gün ise o, inkisar içinde, iki büklüm ve şöyle demektedir: ‘Keşke şu saltanata bedel, Allah Resulü (S.A.S.) nün yanında bir hizmetçi olsaydım!’ (Ebu Davud)
“Necaşi’yi bu hale getiren, bir grup sahabede gördüğü İslâmî yaşantı ve onların dudaklarından ‘lâl ü güher’ sözlerdi: ‘Mekke, Müslümanlara dar gelmeye başlamıştı. Kimse canından, malından, ırzından, namusundan emin değildi. İşte bu esnada, Habeşistan’a hicret izni verildi. Oraya hicret edildi ve Müslümanlar, Habeşistan’da beklenenin çok üstünde bir alâka gördüler ve aziz bir misafir gibi ağırlandılar. Fakat Mekke müşrikleri, onlara bütün dünyayı dar etme azmindeydi.
“Evet, tekrar başa dönecek olursak, bu kudsî ve ulvî vazife, fert planında ele alınıp yapılmazsa, fazilet toplumunun meydana gelmesini beklemek, hayalden öte bir değer ifade etmez. Zira, fert ve cemiyet arasında çok ciddi bir alâka vardır. Cemiyet, fertlerden meydana gelir. Dolayısı ile faziletle donatılmış fertlerden meydana gelen bir cemiyet de faziletli bir cemiyet olacaktır. Öte yandan fertler kazandıkları faziletleri nasıl korumak zorunda iseler cemiyetler de, aynı şekilde daha önce kazanmış oldukları faziletleri koruma zorundadırlar. Elde edilen fazilet ve hayırlı oluş, o fazileti kazandıran şartların devamını iktiza etmektedir. Bu mevzuda nebilerin dışında da hiç kimse garanti altında değildir. Onlara da bu garanti, ileride iradeleriyle elde edecekleri fazilet mücadele ve zaferine peşin bir ücret olarak verilmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak, ilâhî ilmiyle onların istikbalde varacakları noktaları bilmiş ve ilâhî avanslarla daha önceden onları mükâfatlandırmıştır. Öyleyse nebilerin dışında kalanlar ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, kazandıkları ve elde ettikleri makamları her zaman korumak zorundadırlar.” (İrşad Ekseni)
Daha önceleri de yazdığım gibi Amerika’da 1992’de tanıştığım Dr. Şerif Emanet, vefatından bir-iki sene önce anlatmıştı. Suudu bir diplomata, Çin’li diplomat, Çin’in Müslüman olması için kaç sene gerekir, diye sorar, o da yüz veya iki yüz sene, diye cevap verince Çin’li diplomat, “Hayır, hayır! Eğer İslamiyeti toplum ve millet halinde yaşayan bir devlet olsa, on senede Çin Müslüman olur. Mao’nun kırmızı kitabına dikkat edecek olursanız, İslâmiyet’in sadeliği, makûliyeti eşitlik prensiplerinin benzerliği görülecektir.” der. “O güzellikleri yaşayan güzel bir örnek toplum ortada olsa…’ diyeceğimize, onları üzerimizde göstermeliyiz yani bizzat yaşamalıyız.