1911’de neşredilen Münazarat Risalesinde Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira on üçüncü asrın (Hicrî) minaresinin başında durmuşum, sureten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mâzinin en derin derelerinde olanları camiye davet ediyorum. İşte ey iki hayatın (dünya ve âhiretin) ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik (yürüyen mezar) bedbahtlar! Yeni Neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz; tâ ki İSLÂMÎ HAKİKATI hakkıyla kainat üzerinde dalgalandıracak olan NESL-İ CEDÎD gelsin!..”
Çağımızın Nesl-i cedidi ve geleceğin Nesl-i âtisinin önünde iki kitap var. Birisi Cenab-ı Hakkın Kelâmından gelen Kur’an-ı Hakîmi birisi de kainat kitabı ve içinde de Cenab-ı Hakkın İraden sıfatından tecelli eden fıtrî ve tekvînî kanunlar… Bazıları her ne kadar tabiat kanunları deseler de Kur’an-ı Hakimin ifadesiyle “SÜNNETULLAH” yani Allah’ın koyduğu ve değişmeyen kanunları ve namusları… Eğer insanlar bunlar üzerinde cehd ve gayret edip sırlarına ulaşmak için kendi çalışmalarını ortaya koyarlarsa, Cenab-ı Hak bu kesbî neticeleri vehbî lütuflarda bulunur… Eğer siz “Ben Allah’ın kelâmı bize bugün ne söylüyor, bu çağda onun bize olan derin mesajları nedir diye, maddî-manevî, dünyevî-dînî ilimlerle ilgili 90 cilt ezberler ve her üç saat evrad ve ezkâr okur gibi bu ilimleri ezberden tekrarlayarak –sadece kuru bir tekrar değil- ilimden ilim doğurtacak şekilde dertlenerek ortaya müthiş gayret gösterirseniz, Cenab-ı Hak da sizlere vehbî ilimlerle donatacaktır. Evet Üstad Bediüzzaman Hazretlerine ihsan ettiği gibi ruhunuz, vicdanınız, kalbiniz, aklınız ve hâfızanız tefeyyüzat-ı Kur’aniye, ilhâmat-ı Kur’aniye, sünühât-ı Kur’aniye, istimbâtât-ı Kur’aniye nurları ve feyizleriyle dolup taşacaktır. Deniz diplerinden incileri, mercanları dalıp dalıp çıkaran gavvaslar gibi, Kur’an denizin derinlerindeki hazinelerden mücevherleri bulup bulup çıkarma şansınız olacaktır.
Çeşitli, konferanslara ve sempozyumlara katılan bir profesör arkadaşımız M. Fethullah Gülen Hocaefendi'ye, “Efendim İlâhiyatçıların da diğer sosyal bilimci profesörlerin de sundukları tebliğlere bakıyorum da, yepyeni orijinal ve insana heyecan verecek yeni bir şey bulamıyorum. Acaba sebebi nedir?” diye sormuştu. Hocaefendi de “Yeni bir şey ortaya koyma için bir dertlenme ve ciddî bir gayret yok. Hep ondan bundan aktarmalar var.” diye cevap vermişti…
Denizlerin diplerinde inci ve mercanların oluşması için nice ızdırablar çekilir adeta… Bir doğumun gerçekleşmesi için hangi sancılar ve ızdırablar çekiliyor. Annelerin hakları niçin çok büyük? Hatta, baba hakkından daha ileride. Niye Cennet anaların ayakları altında? Evet, insan bir damla kan… Kan olmasına kan da, ama binbir ızdırap denilmiş… Izdırapsız doğum mu var? Hiç dertlenmeden, sancılanmadan yepyeni bir şey meydana geliyor mu?
Bugün, laboratuvarlarda saatlerce çalışan, uykularından fedakârlık yapan bilim adamlarının teknik ve teknolojide neler bulup keşfettiklerini biliyoruz. Tembel tembel yatıp dolaşanlara bir şey yok. Hiçbir maddî buluşlarda Cenab-ı Hakkın vehbî ilhamları için din-iman şartı aranmıyor. Ciddî gayretleri yetiyor. Allah onlara ihsan ve ikramlarda bulunup onların dünya hayatını mamur ediyor. Eğer bu gayretler İman ve Kur’an Hizmeti için olursa, büyüklerimize feyizler sırlar, hikmetler ihsan edildiği gibi elbette nesl-i cedide ve nesl-i âtiye de ikram ve ihsan edilecektir inşallah…
Ama onların tefekkürleri, aşk ve şevkleri hiç sönmemeli, dünyanın geçici makam ve şöhretleri önlerinde takoz ve narkoz olmamalıdır.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi “Gençlik Ruhu” yazısında diyor ki: “Toplumlar gençlik ruhuyla canlılıklarını korur, onunla gelişir ve onunla ihtişama ulaşırlar. Bu ruhu kaybedince de, kılcalları kesilmiş çiçekler gibi pörsür, dökülür ve ayaklar altında kalırlar. Delikanlılık çağında ve mektep sıralarında iken hemen her genç, millete hizmet aşkı ve vatan sevgisi gibi duygularla sık sık gerilir; toplumun yaralarını sarmaktan, bu ülke ve bu ülke insanını yükseltmekten dem vurur; hissizliğe ve hareketsizliğe ateşler püskürür durur…
“Ne var ki, böyle yüksek duygularla şahlanan bu gençlerin pek çoğu, bir makam kapıp bir memuriyete geçtikten sonra, içlerindeki bu kıvılcımlar yavaş yavaş sönmeye yüz tutar; ruhlarında bir külleşme, gönüllerinde bir çölleşme baş gösterir. Daha sonra ise, tamamen cismanî ve bedenî hayatın tesirinde kalan böyle bir genç, o güne kadar gönülden bağlı bulunup toz kaldırmadığı yüksek ideallerinden uzaklaşa uzaklaşa tamamen sefil duyguların, pes menfaatlerin zebunu haline gelir…”
Bu durumdan kurtulmak için mânevî beslenme ile yani Nur Risalelerinden ve Pırlanta eserlerden istifade ile sağlam bir iman düşüncesi, yüksek bir diğergamlık hissi, yaşama duygusu yerine yaşatma duygusu elde etmek ve devamlı mütalaa ve müzakerelerle bunu pekiştirmek gerekmektedir.