Cenab-ı Hak buyuruyor ki, “De ki, ‘İçinizde gizleseniz de, açıklasanız da mutlaka Allah onu bilir. Allah herşeye kadirdir. Gün gelecek her kişi gerek hayır olarak, gerek kötülük olarak ne işlemişse, hepsini önünde bulacak yaptığı kötülükten bucak bucak kaçmak isteyecek. Allah sizi, Zâtına karşı gelmekten sakındırır. Doğrusu Allah kullarına karşı pek şefkatlidir. Ey Resulüm, de ki: ‘Ey insanlar eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki, Allah, Gafurdur, Rahimdir.” (Âl-i İmran Suresi, 3/ 29-31)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Onuncu Lem’a’da, “Bu kudsî Hizmet’in kerameti üç nevidir: Birinci nevi: O hizmeti hazırlamak ve hizmet edecekleri o hizmete sevk etmektir. İkinci kısım: Mânileri bertaraf etmek ve muzırların şerrini def edip, onları tokatlamaktır. Bu iki kısmın hadiseleri çoktur, hem çok uzundur. Başka vakte bırakarak, en hafif olan üçüncü bir kısmından bahsedeceğiz. Üçüncü kısım şudur ki, Hizmette halisen çalışanlara fütur (gevşeklik) geldiği vakit, şefkatli bir tokat yerler, uyanarak yine o hizmete girerler. Bu kısmın hadiseleri yüzden fazladır. Yalnız yirmi hadiseden on üç –on dördü şefkatli tokat yemişler, altı- yedisi zecr (zorlama) tokatı görmüşler.”
Gerçekten cihana yayılan şu Hizmet’in adanmış ruhları fedâkar ve cefâkar erlerinin başarı hikayelerini incelediğimizde görüyoruz ki, Cenab-ı Hak, önceden hizmet zeminini hazırlamış ve hizmet edecekleri de sevketmektir. İlk gidenlerin çoğu, ellerinde bir adres olmadan, kiminle karşılaşacaklarını bilmeden yollara düşmüş ve Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle keramet vârî hallere mazhar olmuşlardır.
Mesela, uluslararası ilişkiler mezunu birisine, sırf İngilizce bildiği için cebine iki bin dolar bir para koyup Tanzanya’ya okul açmaya gönderiyorsunuz. O sıcak ülkeye gidiyor… Hiç kimseyi tanımıyor. Bakıyor oteller pahalı… Param bitiverir, diye bir çokları gibi bir camide kalmaya başlıyor. Bir gün Abdurrahman isimli bir gencin dikkatini çekiyor. Türkiye’de üniversite okumuş bir delikanlı gelip kendisiyle ilgileniyor ve onu alıp Osmanlıyı çok seven eski sağlık bakanı’na götürüyor.
O, “Gel evladım, benim konağım çok geniş üst katta çok odalar var. Birisinde kalırsın.” diyor. Mekke ve Medine’de olduğu gibi Başşehir Dârü’s-Selam’da sabah ezanlarından bir saat önce teheccüd ezanları okunuyor. Bu sağlık bakanı her gece erken yatıp teheccüdleri camide kılıyor. Cemaatle sabah namazını da kılıp evine dönüyor. Fakat bizim arkadaşımız gündüzleri okul için dolaşıyor, akşamları da teypten Hocaefendi’nin vaazlarını dinliyor. Bu vaaz, konuşmaları kulağına gelen bakan bey, “Getir beraber dinleyelim” diyor. Doksan dakikada bantını her iki tarafını da, dinliyorlar. İslamî bilgilere sahip olduğu için Hocaefendi’yle beraber âyet ve hadisleri tekrarlıyor. Türkçe bilmediği halde hayran oluyor. Diyor ki, “Ben hep bu Osmanlının âlimleri ve evliyaları olmalıydı. Haydi devlet yıkıldı ama bunlar nereye gitti” diye düşünüyordum. İşte onlardan birisini bulduk.” Sonra bu eski Bakan arkadaşımızı alıp Milli Eğitim Bakanı’na götürüyor. O da yol göstererek bir vakıf kurmalarını sağlıyor. Artık iş bina bulmaya kalıyor.
Öbür taraftan kendisiyle görüştüğüm Kur’an okuma birincilerinden Şeyh İsmail de bize şunları anlattı: “Tanzanya’ya ticaret için gelmiştim. Sonra Dubai’ye döndüm. Orada iflas ettim. Birisinin yanında çalışıyordum. Rüyamda, Medine’de Efendimizin (S.A.S.) Mescidi’nin kapısında kalabalıkla beraber açılmasını bekliyoruz. Bir zât, bana “Sen tekrar Tanzanya’ya dönecek ve şunlarla hizmet edeceksin.” dedi. Halbuki benim şeyhim ve cemaatim de orada idi. O zat, “Hayır sen bunlarla …” dedi. Tekrar Tanzanya’ya döndüm. Çok zengin oldum. Kendime bir özel konak yaptırdım. Mango v.s. ağaçların arasında güzel bir yer olmuştu.
Konsolosluk için, Amerikalılar istedi ondan sonra Suudlular istedi vermedim. Fakat temel atılırken Şeyhimi dua etmesi için davet etmiştim. O, “Allah’ın burasını bir ilim yuvası yap!” diye dua etmişti… Bir gün baktım, bir Türk genci okul yapmak için gelmiş ve kartını bırakmış. Ben kimseye kiraya verecek değildim. Ama sırf Osmanlı torunu olduğu için tanışma arzusu ile görüşmek istedim. Geldi. İslam âleminin, cehaletinden, fakirliğinden, ihtilaf ve tefrikasından bahsediyor. Israrla eğitimden bahsediyordu. Veremeyeceğimi söyleyip gönderdim. Fakat sözleri hep zihnimde tekrarlanıp duruyordu. Sonra rüyamda şeyhim de, “Onlara vereceksin” diye ikaz edince vermek zorunda kaldım. Sonra üstelik o delikanlıya kızımı da verdim.” Daha sonra onun binasının dışında erkeklere ayrı, kızlara ayrı yatılı kolejler de yapıldı.