1960’lı yıllarda Kestanepazarı İmam-Hatip Yurdunda kalırken bizlere özel ders veren İzmir Müftüsü Celal Yıldırım hocamızla beraber Buca Cezaevinde mahkûmların bir programına katıldık. Jüride, Demokrat İzmir gazetesinin yazarlarından Fatma İrfan da vardı. Kendisi meşhur Kemal Tahir’in eski eşi idi. Müzik programında Baradan’lardan da ismini hatırlamadığım bir müzisyen vardı. Mahkumlar, kendileri hazırlayıp oynadıkları tiyatro oyununda, başarılı bir performans sergilemişlerdi… Bu, benim hapishaneye ilk adım atışım idi…. Birkaç sen sonra da Buca Cezaevinin fahrî vaizi oldum. Cuma günleri ve teravihlerde vaaz verip teravih kıldırmak için gelip gidiyordum. İzmir Ayrancılarda aşırı bir sol grup Atatürk büstüne pislik sürmüşler. Sürenler başka ama polis-Jandarma evlerinden ve tarlalarından Nur talebelerini toplayıp hapse göndermiş. Teravih için cezaevine gidince onlarla karşılaştım… Daha sonra da görüşmelerimiz devam etti. Bunlardan Musa Yukarı Ağabey bazı hatıralar anlatmıştı. Sonraları yazılan hatıra kitaplarında bunları gördüm. Şöyle diyordu:
“Polis basıp kitapları götürürse, hiç olmazsa Risalelerden bir tane kalsın hepsi gitmesin diye bir kitap bırakırdık. Çünkü giden geri gelmiyordu… Beni şikayet etmişler. Karakol komutanı eve geldi, aradı ve o kitabı buldu. ‘Haydi bakalım, yürü karakola’ dedi. Yayan yola düştük. Yolda, ‘Komutanım biz Müslümanlar sizin elinizden ne zaman kurtulacağız?’ dedim… ‘Biz sizi camiden mi götürüyoruz? Evde Nurculuk yapıyorsunuz da ondan’ dedi. ‘İnsaf komutanım! Kahveye bir bakın. Dört kişi kağıt oynuyor, altı kişi başını uzatmış onlara bakıyor. Barlarda, pavyonlarda taşkınlık yapılıyor. Onlardan niye götürmüyorsunuz da, Kur’an tefsiri Risaleleri okuyan bizleri götürüyorsunuz. Böylece İslam'a düşmanlık ve baskı yapmış oluyorsunuz.’ dedi. ‘Yok’ dedi. ‘Görüyorsunuz şurada pazar yeri var. Diyelim ki, orada bir adam var, oturmuş en kalabalık yere, elinde bir saz var, onu çalıyor. Ona ‘Sağ ol âşık’ dersiniz. O adamın sazını saklayıp eline Kur’an versek, o da orada okumaya başlasa, siz bunu görseniz -İrtica hortladı!.. Diyerek hemen onu Karakola götürürsünüz. Aynı adama saz çalınca ‘Var ol aşık’ demenin ama Kur’an okuyunca karakola götürmenin mânası nedir? Bu saz’a hürmet, Kur’an’a hücum mânasına gelmiyor mu? Denemek için getirelim bir adama önce saz, sonra Kur’an verelim; bakalım ne yapacaksınız bir görelim?’ dedim. Komutan insafa gelip ‘Hakikaten böyle olur be!’ dedi.
Ben ‘Komutanım, biz birkaç defa bu yüzden hapse girdik ve çıktık. Yine girip çıkacağız. Biz buna inanmışız ki, sebep zâhiridir. Yani, beni karakola götüren zâhiren sizsiniz. Ama Rabbim benim karakola gitmemi istemese, beni kimse karakola götüremez. Cenab-ı Haktan gelen her şeye biz râzıyız. Onun için hiç üzüntü de çekmeyiz. Yalnız bizim üzüldüğümüz bir şey var.’ deyince, ‘Nedir o?’ dedi. Ben de dedim ki: ‘Diyelim ben evde otururken bir tokat geldi bana. Eğer hiç tanımadığım bir kimse ise fazla zoruma gitmez. Ama baktığımda bana tokadı vuran küçük kardeşimse veya oğlumsa, çok zoruma gider. Yedirip içirdiğim birisi yapınca elbette zoruma gider. Sizin de zorunuza gider. Öyle değil mi?’ ‘Evet’ dedi. Devam ettim; ‘Aynen bunun gibi, beni karakola götüren bir İngiliz, bir Yunan veya böyle ecnebi birisi olsa ve Kur’an okudum diye bunu yapsa fazla gücüme gitmez. Ama Müslüman birisi İslamiyetten ötürü götürürse, tokat vurunca, çok zorumuza gidiyor be komutan!..’ dedim. Bunları dinleyince komutan da bana ‘Ülen çocuk, benim de zoruma gitti bu! Ben seni hapsettirmem!’ dedi. Merkezi telefonla arayıp ‘Mühim bir şey yok, bir kitap bulduk’ dedi. Merkezden ‘Kitabı getir, onu serbest bırak’ dediler.
“Ben de İzmir’den Mustafa Birlik ve Halıcı Hüseyin Çağdır Ağabeylerden tekrar kitap getirttim. Doğruca karakola gittim. ‘Komutanım bak bu kitaplardan bir daha geldi. Okuyacak mıyız, yoksa karakola mı getireceğiz, sizden onu sormaya geldim’ dedim. ‘Dur merkeze bir telefon edelim’ dedi. Telefonda benim söylediklerimi anlatarak, ne yapalım, diye sordu. Merkezden ‘Bırak okusun. Kitap Ankara’da basılıyor.’ diye cevap geldi… Bunlar bir imtihandır; imtihan olmazsa talebeye not verilmez.”
Bir, o günlere, bir de bu günlerde kitapları imha eden, içlerindeki âyet ve hadis-i şerifleri göre göre onları yok edenlere bakınız… Bütün dünyada insan haklarına, anlayışlarına saygı gösterme hızla ilerlerken yapılan zulüm ve gadrlere bakınız. Nerelerden nerelere geldiğimizi, yani insan hakları v.s. hakkında ne kadar aşağılara ve gerilere düştüğümüzü görünüz…
Safvet Senih