Bazı küçük notlar ve hatıralar var, bunların kaybolmasına gönlüm razı olmadığı için onları ayrı ayrı ve parça parça yazmak istiyorum:
Bir arkadaşımız “Ağlak biçimde dert anlatma ve yapılanlardan şikayet yerine, o sâfî, fıtrî hizmet ruhunu geri çağıralım. Sanki, hiçbir şeyimiz yokken Hocaefendi’nin Kestanepazarı'ndan hizmete yeni başladığı ilk günlerde olduğu gibi yeniden bir açılım yapalım. Biz MUTLAK MUHACİRLER olarak çantası elinde hazır vazife yapacak insanlar yetiştirelim. Gerekirse, emaneti yetiştirdiklerimize tevdi edelim ve başka yerlere gidelim.” dedi.
Büyüğümüz, “Gaye-i hayal, ana hedef unutulunca, sapaklar çok olduğu için kaymalar ve kaybolmalar başlıyor; sapaklar batak oluyor. O sapakların önünde durup ‘kollarımızı makas gibi açarak,’ hemen “Burası çıkmaz sokak!. Aman dikkat’ diyelim. Gönüllerin anahtarı yumuşak ve yumuşak kelimelerdir.”
“Fikir çilesi çok mühimdir. Meselelerimiz üzerine dertlenerek dikkat ve merakla eğilmeliyiz. Eğer (derin gözlemci olarak) işlerimize eğilip yoğunlaşır, odaklaşırsak, üç boyutlu, beş boyutlu resimlerde olduğu gibi daha önemli şeyleri de derinliğince görebiliriz. Böylece çok farklı mülahazalar ortaya çıkar.”
“İm’ân-ı nazarda konsantrasyon esastır. Meselelerin temaşasına dalma, yoğunlaşma neticesinde, feyizler ve aydınlatıcı tayflar ihsan-ı İlahî olarak gelir.” diyor.
Bilge Kral “Seni severim, hem de çok. Fakat hakikati senden daha çok severim.” demiş.
Bu arkadaşımız diyor ki: “Teksas’ta bir kahvehaneye gittim. Bir adam tek başına oturuyordu. Yanına gidip selam verdim ve kendimi tanıttım. Arjantin asıllı imiş. Hanımı da Amerikalı bir profesör imiş ve çok lisan bilirmiş. Hoş beşten sonra kendisini ve eşini yemeğe davet ettim. Adresimi verdim, adresini aldım. Dedi ki: ‘Babam, ben 25 yaşındayken vefat etti ama sen bana babam gibi davrandın’ dedi. Gerçekten eşiyle geldiler. Çok güzel tanışmalar oldu. Çok memnun oldular.”
Tanzanya’dan bir grup aralarında yardım toplayıp, Yunanistan’daki mağdur muhacirlerin ziyaretine gittiler. Daha önceleri büyük imkanlara sahip bir aile ile görüştüler. Onların gözleri yaşararak “Allah, Allah, bir zamanlar henüz malımız-mülkümüz gasp edilmeden önce biz Afrika’ya yardım gönderirdik, şimdi de onlar bize gönderiyor!.. dediler.
Prof. Dr. İmtiyaz Ahmed, Hindistan’da kast sistemi üzerine çalışmış meşhur bir zat… Hizmetin yapısı üzerine bilgi aldıktan sonra, “Madem Hizmetin mensuplarının % 70'i fakir ailelerin çocuklarından oluşuyor. Bu gelecek için çok mühim… Çünkü Devletin devamlı şekilde üzerinize gelmesi söz konusu olamaz. Gelecek ise size zemin hazırlıyor. Çok kısa bir dönem sonra dünyadaki fakir ülkeler gelişecek… Sizler için mühim bir imkân ve bir fırsat. Sizler her yere gitmek, görüşmek hususunda sıkıntı çekmezsiniz… Sabırla hazırlıklı olmanız lâzım.” dedi.
“Senin diriliş ve rönesansın, bütün cihanda başkalarına hayat üflemekle uğraşma şeklindedir.”
Ağrılı Nusret Hoca anlatmıştı: “Askerlik yaparken bazı kardeşler vasıtasıyla Üstad Hazretlerini tanımıştım. Zaten kendim de ehl-i tarik idim. Terhis olup dönerken Üstadın ziyaretine gittim, veda sırasında bana “Patnos taraflarında Hüseyin Paşanın oğlu Nadir olacak, şark sürgünü sırasında yolda çok hizmetleri oldu, ona çok selam söyle” dedi. Ben de arayıp sordum ve kaldığı yeri öğrendim. Artık ismi Nado Ağa imiş… Yanına vardığımda saygıyla sağında solunda, önünde arkasında duran bir çok adamı vardı. Heybetli bir şekilde oturuyordu. “Bediüzzaman Hazretlerinin sana selamı var! Beni sana o gönderdi!” dedim. Birden zıplar gibi hemen ayağa kalktı ve ağlayarak “Allah Allah! Bu nasıl iştir, benim gibi bir sarhoşa, bir eşkıyaya Allah’ın büyük velisi selam gönderiyor!” dedi. Ben de kendi kendime “Nusret yazıklar olsun sana, Üstadın büyüklüğünü bir sarhoş bir eşkıya kadar takdir edemedin!” deyip Üstadın büyüklüğünü anlamaya çalıştım.