Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimiz anlatıyor: “Malumatı çok fakat fikri ve zihni dağınık bir mühendis bir gün Üstad Bediüzzaman’ı ziyarete gelmişti. Sohbet sırasında Üstad’a: -Masonlar şöyle, Komünistler böyle, Müslümanlar ise maalesef zayıf” gibi menfi konuşmalar yapıyordu. Üstad ona devamla: -Risale-i Nur’u oku kardeşim, diyor. O ise menfiliklerden bahse devam ediyordu.
Bu hal üç kere tekrarlanınca, Üstad o zâta karşı, en sonunda şu ikazı yapmak zorunda kalmıştı: -Kardeşim. Ömür azdır, vazife çoktur. Pislik karıştırmaya vaktimiz yoktur. Sen Nurları oku.”
Kendi meselelerimize yoğunlaşmazsak, başkalarının gündemlerine dalarak, hangi bataklığa dalacağımızı ve başımıza neler gelecek bilemeyiz… Hani bir seferinde Temel, arabasıyla Pazar yerine dalmış bir sürü insana çarparak kaza yapmış… Sorguya alıp sormuşlar: “Sen bu hiç olmayacak kazayı neden yaptın? Tekerin patlamamış, frenin tutuyor? Neden daldın bu kadar insanın içine?” Cevap vermiş: “Hızlıca gidiyordum. Karşıma bir insan, bir de köpek çıktı. İnsan çarpmayayım diye direksiyonu köpek tarafına kırdım ve onu takip etmeye başladım, o da beni Pazar yerine getirdi.”
Temel’in düştüğü duruma düşmeyim.
Birileri çıkıyor ve gündemleri önümüze sürüyor. Çoğu ümitsizlik veriyor, moral bozuyor ve kuvve-i mâneviyemizi perişan ediyor. Bir kısmı iftira ve bir kısmı da yalan. Kur’an-ı Kerim, yalan dinleyenleri: SEMMÂÜN LİL KEZİP (Maide Suresi, 5/42) diyerek kınıyor.
“Tweet çekeceğimize Tevhid çekelim” diyoruz ama sonra unutuyor, aynı batağa dalıp çıkmaya bakıyoruz. Üstad Hazretleri iyi şeylerle meşgul olmamızı fena şeylerle içimizi bulandırmamazı tavsiye ediyor: Hani bir yolcu, uzun yolculuğu sırasında bir bahçeye rastlıyor. Normalde biraz dinlenecek pınarlardan su içecek, meyvelerinden açlığını giderecek… Tabii burası ahiretin cenneti değil; dünyanın bahçesi…Dünyada her zaman bazı zıtlıklara rastlıyor. Onun için bu yolcu, bu bahçenin bir köşesinde bazı murdar şeylere ve pisliklere de rastlıyor. Herşeyi bırakıp onlarla meşgul olmaya başlıyor. Bu yüzden midesi bulanıyor ve hiç istifade edemeden oradan çekip gidiyor. Halbuki, “Herşeyin iyisine bak.” Veya “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.” kaidesiyle hareket etseydi, güzel şeylerden istifade edip güzelce istirahat ederek çıkıp gidecekti.
Biz imanımızın gereği, hayrı da şerri de Cenab-ı Hakkın yarattığına iman ediyoruz. Hem de “Allah, yarattığı herşeyi güzel yapmıştır.” (Secde Suresi, 32/7) buyurulmaktadır. On Sekizinci Söz’de izah edildiği gibi “Herşeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir güzellik ciheti vardır. Evet kainatta herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir; ona bizzat güzel denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona ‘dolayısıyla güzel’ denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zâhiri çirkin müşevveştir (karma karışık görünür). Fakat o zâhirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle: Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin ayrılık perdeleri arkasında sübhânî celâlî tecellilerin mazharı olan kış hadiselerinin tazyikinden, azap ve sıkıntı vermesinden muhafaza etmesi için nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları hayat vazifesinden terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin taze güzel bir bahara yer hazırlamaktadır. Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi gelişip büyüyemeyen bir çok istidat çekirdekleri, zâhirî çirkin görünen hadiseler yüzünden sümbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılablar ve küllî tahavvüller, birer mânevî yağmurdur.
“Fakat insan, hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Yaradanının esmâsına ait binlerdir… Meselâ: Yaratıcı Kudretin büyük mucizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânasız telakki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların donanmış kahramanlarıdırlar. Mesela; atmaca kuşunun serçelere musallat edilmesi zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki, serçe kuşunun istidadı, o musallat edilmekle inkişaf eder. Mesela; ‘kar’ı pek soğuk ve tatsız telakki ederler. Halbuki o soğuk, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. Hem insan hodgamlık, bencillik ve zahirperestliğiyle beraber, her şeyi kendine bakan yüzüyle muhâkeme ettiğinden pek çok tamamen edep ve haya olan şeyleri, edeb e muhalif zanneder. Meselâ; insanın tenasül organının insan nazarında konuşulması utanç vericidir. Fakat şu utanç perdesi, insana bakan yüzdedir. Yoksa yaratılışa, sanata ve yaratılış gayesine bakan yüzler, öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa; edebin ta kendisidir, utanç ona hiç temas etmez.
İşte edep menbaı olan Kur’an-ı Hakimin bazı tabirleri, bu yüzler ve perdelere göredir. Nasıl ki, bize görünen çirkin mahlukların ve hadiselerin zâhiri yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli sanat ve yaratılışına bakan güzel yüzler var ki, Yaradanına bakar ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar ve pek çok zâhiri intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam mukaddes yazma eserlerdir…”
Bizi ilgilendiren ve düzeltebileceğimiz şeylerin dışındakilerle boşu boşuna uğraşmayıp, yaratılış gayemiz olan esas hizmetlerimizle meşgul olmalıyız.