M. Fethullah Gülen Hocaefendi riyadan uzak tutma hususunda şöyle diyor:
“Çocuklarınızı dînî merasimlere, camiye, cemaate götürmenin yanı başında, güzel ilâhilerin okunduğu, Mevlid-i Nebevî’nin okunduğu yerlere de götürmelisin. Böylece onu, dini hayata ait usulünden füruuna kadar hemen her konuya açmış olursunuz. O, biraz da fıtratın gereği olarak bu türlü şeylerle meşbu bulunmalı, tatmin olmalı ki, başka arayışlara girmesin. Evet onun dinleyeceği mûsikî dahi ona, dinini, mukaddeslerini, telkin etmeli, onun ulvî hislerini inbisat ettirmeli ve onda Allah (c.c.) duygusunun gelişmesine ortam hazırlamalıdır.
“Ancak şunu da ifade etmeliyim ki, bu tür merasimlerde mevlithan ve kârilerin, okudukları şeyler gırtlaklarından aşağıya inmiyorsa, samimiyetsizlik çocuktaki dinî duygu ciddiyetini sarsıyorsa, kanaatimizce cami ciddiyetinin dışında, bu türlü mürâilerin meclislerinden de çocuğun uzak tutulmasında yarar var. İlâhî ve mevlid, gönlün yıkanması, arınması, vicdanın dupduru hale gelmesi için arındıran bir kurnadır. Ama gözünden bir damla yaş gelmeyen birinin: ‘Seni andıkça gözyaşlarım ceyhûn olur.’ demesi, Allah’a (c.c.) karşı söylenen bir yalandır. Böyle bir yalanı o çocuğun duyması onun duygularına karşı işlenmiş ciddi bir saygısızlıktır.
Çocukluğumda, ‘Allah’ım, seni andıkça ÜRPERİYORUM.’ Mânâsında Arapça bir cümle yazarken işte o zaman ÜRPERDİM ve kalemimi elimden bıraktım. Hatıra olarak hâlâ onu defterimde saklarım. ÜRPERMEDİĞİM halde ben nasıl ‘ALLAH’IM ÜRPERDİM!’ derim, diye hicap ettim, utandım. Evet söylediği sözler, gırtlağından aşağıya inmeyen ve gözünden yaş gelmeyen; ama ellerini açıp ‘GÖZYAŞLARIMIZLA HUZURA GELDİK’ diyen bir mürâînin o çocuk tarafından görülmesi dahi, çocukta değişik istifhamlara yol açabilir.
“Dikkat ederseniz, MEVLİD ve İLÂHÎ’yi bir tavaftan DÎNÎ MERÂSİM olarak ele alıp, çocuğun, rûhî hayatıyla neşv ü nemâ bulup gelişmesi hususunda mühim bir unsur kabul ederken, diğer taraftan da onu yalana, riyaya, gösterişe alıştırabilecek münasebetsizliklerden uzak tutulmasını da aklın, mantığın, firâset-i diniyenin muktezası sayıyoruz. Zira çocuk, inkâr ve küfürden uzak tutulduğu kadar riyaya karşı da ANTİPATİ DUYMALI, dini, SAMİMİYETTE ARAMALI ve ona inanmalı halde bağırıp çağıranı değil de, gönlünün heyecanlarını terennüm edeni, gönlünün nağmelerini besteleyip size sunan insanları dinletmelisiniz.
“Bu, bizim dînî anlayışımızın gereğidir ki, sahibinin hayatında da aynı hususları görürüz. Zaten bu tavır, Rasulü Ekrem’in (S.A.S.) telakki tarzıdır; sahabenin de başka türlü olması düşünülemez. Bu prensibi kabul ettiğimiz zaman dinin de asas kabul ettiği bir hususu kabul etmiş olur; aksine, kendi yanlış anlayışımız içinde kaldığımız zaman da evlat ve ahfâdımız dalâletine zemin hazırlamış sayılırız. Hatta bu mevzuda –aşırı bulmayınız – çocuklarınızı RİYÂKÂRLARIN MECLİSLERİNE götürmekten ve MÜRÂÎ ve İLÂHÎCİYİ dinlemektense, dinin ciddi bir iş olduğunu, azamet ve vakarının bulunduğunu anlatabilme açısından bu CİDDİ ve VAKUR DİNÎ HAVAYI ifade edebilen herhangi bir düşünürle tanıştırılmasını tavsiye ederim.
“Dikkat edilirse, meseleyi keyfiyet bozukluğu içinde ele alanların tenkidi yapılmaktadır; ilâhî dinleyip dinlememe değil… Evet neslimizi’ korumayı düşünüyorsak, mürâilerin meclislerinden de uzak tutmak mecburiyetindeyiz.”
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, babaannesi Munise Hanımefendiden bahsederken diyor ki: “Babam o evin içinde daha ‘Cüd, bi lütfik yâ İlâhî= (Yâ İlâhî lütfun ile cömertliğini göster!..’ deyince, baba annenin etekleri yaşla dolardı. Ve denir ki, ‘Munise Hanım vefat etti, insanlık âdeta ağlamayı unuttu, köyde, ağlayan kalmadı.’ Allah!.. Derdiniz o kadar heyecanlanırdı ki, 24 saat yemekten iştahı kesilirdi. Söz değildi… Bütün hayatını belki OTUZ CÜMLE ile idare ederdi. O kadar az bilirdi, az konuşurdu fakat bu kadar DİN’e AŞIK… Kur’an derken daha ‘ELİF LÂM MÎM… ZÂLİKE’L-KİTAB…’ Ne duydu o senin nezih vicdanın? Bayılır kendinden geçer, âdeta yığılı yere… ‘Bana Rabbimi baba annem anlattı.’ desem sezadır (doğrudur, lâyıktır). Bana Peygamberimi, Peygamber sevgisini o anlattı.’ Desem sezadır. Onun öyle sessiz, durgun deryalar gibi derinliği benim üzerimde büyük bir tesir bıraktı. İnanmayı ve Allah ile irtibatı onda gördüm. Belki eskiden gülmüştür, mübessim (tebessüm eden) bir kadında, ama ben, öyle KAHKAHA attığını hiç görmedim. Çok onurluydu. Onun benim üzerimde BİN NASİHATTAN DAHA TESİRLİ olduğunu söyleyebilirim. Ben dört-beş yaşında çocuk iken o, bana annemden daha büyük görünürdü. Onun için benden iki yaş büyük amcamla çok defa kavga ederdik de o, ‘BENİM ANNEM!’ deyince, ben de ‘HAYIR, BENİM ANNEN!..’ diye ona çıkışırdı.”