“(Ey Muhammed) Gerçekten senin için âhiret dünyadan daha hayırlıdır.” (Duha Suresi, 93/4) Bu âyette çok önemli müjdeler var.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi bu âyetle ilgili olarak şu tesbitlerde bulunuyor:
“Duhâ Suresi, Mekke’de, Efendimizin (S.A.S.) en sıkıntılı anlarından birinde nazil olan bir sure. Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemîl, vahyin kesildiği dönemde gelip Efendimizi (S.A.S.) –hâşâ- alaya alarak: ‘Sahibini görmüyorum, herhalde seni terk etti’ dedi. İşte böylesine bir atmosfer içinde Allah (c.c.) ‘Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı. Gerçekten işin sonu senin için başından daha hayırlıdır.’ diyerek, Rasulü’nü teselli etti. Bu âyet değerlendirilirken, eğer Efendimizin (S.A.S.) yaşadığı günler mülâhaza edilecekse, cümlenin mânâsı; senin sonun önünden, yarının da bugününden daha hayırlı olacaktır mânâsına gelir. Nitekim tarihin şehadetiyle de öyle olmuştur. O’nun devrinde başlayarak O’nun ikbal yıldızı ve dava atlası her yeni gün eskiye nazaran daha bir parlamış ve daha bir renklenerek genişlemiştir. Aslında bundan sonra gelen âyet ve surelerle de Cenab-ı Hak, hep Rasulünü müjdelemeye devam etmiş ve O’nun parlak geleceğini nazara vermiştir. Mesela; ‘Göğsüne genişlik vermedik mi?’ veya ‘Gazilerin nefes nefes koşan… Koşarken tırnakları ile kıvılcımlar saçan atlarına yemin olsun.’ (Âdiyat Suresi, 100/1-2) gibi sureler, Efendimizin (S.A.S.) ümit kaynağı olmuştur. Nasıl olmasın ki, bugün biz bile ne zaman ‘Ve’l-Âdiyât’yi okusak, tozu dumana katan, harıl harıl koşan, kıvılcımlar saçan atları veya bugüne göre tankları, uçakları, onlarla şehballaşan ruh-u revân-ı Muhammedi'yi görür gibi oluruz.
“Duhâ Suresinde ferdi sıkışmışlık ve bunalmışlığın arkasında, gelecek itibariyla ve toplum planında elde edilecek rûhî bir hâkimiyet çizgi çizgi tüllenmeye başlar. Ayrıca bu Surede bir HÜZÜN MÛSİKÎSİ de vardır. Âdiyât Suresinde ise, gümbür gümbür mehterin davul ve kösünün sesi duyulur gibi olur. Yani muhteva ve onun ifade ettiği mânâya göre Kur’an, harfleri, kelimeleri öylesine seçilmiştir ki, buna vakıf olan insanların kendilerinden geçmeleri ve bayılmaları söz konusudur.
Ayrıca Duha Suresindeki üslup, psikolojik açıdan da bir hususiyet arz etmektedir. Meselâ, orada Efendimiz (S.A.S.) teselli ve tesliye edilirken, önce KUŞLUK vaktine yemin edilmiş. Ardından GECE’ye kasem edilerek söze başlanılmış. İşte bu mülâhaza ile ‘Ve’d-Duhâ…’ dediğinizde, -inanın- kuşluk vaktinde güneşin şualarının, yüzünüzü gözünüzü aydınlattığı ve sizi sevince gark ettiğini görüyor ve hissediyor gibi olursunuz. Rica ederim, aradan on dört asır geçmiş ve geçen bu surede Kur’an, onca ülfet ve ünsiyet ağına takılmış olmasına rağmen, bizim gibilere ‘Ve’d-Duhâ’ derken bunu hissettiriyorsa, kimbilir o Nebiler Serveri (S.A.S.) neler hissetmiş ve neler duymuştur…! Duyana da duyurana da can kurban.
“Ayrıca ‘Ve le’l-Âhiretü’ ile bugüne göre yarının, bu hale göre bir sonraki hâlin, şimdiki mudâyeka (sıkıntı) veya nisbî mazhariyetlere, hikmet buudlu ihtarlara nisbeten rahmet enginlikli ve kudret televvünlü geleceğin daha hayırlı olacağı hatırlatılarak ilk muhatabı itibariyle, hayatının bağlangıcına göre peygamberliğinin Mekke’deki sıkıntılı günlere nisbeten Medine döneminin merkezdeki sınırlı açılma kıyasla muhit (çevre) hattındaki geniş çemberin vâdi verilip, sûrî nıkmet kuşağı hakikî bir nimet atmosferine çevirilerek, O Ferîd ü Kevn ü Zaman’a (S.A.S.) evvelen ve bizzat, O’nun (S.A.S.) anlayışlı müntesiplerine de sâniyen bi’l-araz hayırlı bir akıbet müjdeleniyor.
“Evet hem O’na (S.A.S.) hem de O’nun (S.A.S.) vefalı mensublarına ‘Muhakkak ki, âhiret (sonraki), öncelerinden (dünyadan) daha hayırlıdır.’ denilerek, O’nun (S.A.S.) ve hakikî ümmetinin böyle iyi halden daha iyi hâle, izâfî hayırlardan, hakikî hayırlara, imandan amele amelden ihsana elemlerden lezzetlere, sıkıntılardan ferah-feza iklimlere ve neticede uhrâlar uhrası olan Cennet ve Rü’yetullah ile noktalanan hakikî âhirete varılacağı müjdesi verilmektedir. (…)
“Ayrıca hem ‘Ve le’l-Âhiretü’ deki ‘lâm’ hem de ‘Ve le sevfe yu’tîke Rabbüke fe terdâ’ (Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın) deki, ‘lâm’ ikisi de ‘lâm-ı ibtidâ’ ile beraber ‘lâm-ı kasem’ e de muhtemil bulunduklarından, önceki cümlede neticenin hayırlı olacağı yemin ile temin, ikincisinde de te’kid edilmiştir. Yani acıyla tadlıyla, elemle lezzetle, sıkıntılarla – saatlerle seni olgunlaştıra olgunlaştıra öyle bir kemâlin zirvesine ulaştıracaktır ki, sen ulaştığın o zirvede, rûhanî ve cismânî, ruhî ve fikrî rızâ mazhariyetlerinle kendini hoşnutluk çağlayanları içinde bulacaksın. Bugün için seninle o rıza meltemleri arasında fıtrî bir sürecin tabiî tezâhürü olan ‘sevfe’ ye takılı bir kısa müddet var. ‘Ûlâ’ nin seneleri ‘uhrâ’ (sonraki) nın sâniyelerine bile denk olmadığına göre, uhrevî bir mülâhaza ile hele bir ân-ı seyyâle (akıp giden bir an) daha sabret; göreceksin ılgıt ılgıt RIZA MELTEMLERİ’nin estiğinin mantuku (söylenmiş olduğu) bildirilmektedir.”
Bu gün bizler de bu Hizmetin gerçekten hep bir sonrasının bir öncesinden daha hayırlı bir nokta ve konuma ulaştığını hayret ve hayranlıkla müşâhade ediyor ve Cenab-ı Hakk'a bu lütuflarından dolayı hamd ve şükür ediyoruz.