Tecellî eden rahmet dalga boyları

Safvet Senih

Safvet Senih

29 Ara 2022 10:39
  • Cenab-ı Hakk’ın merhametinin bir tecellisi olarak canlılar ölüme doğru giderken türlerinin tükenmemesi için bütün güçleri ile sanki yeni tohumların çokça meydana gelmesi için gayret ederler. Meyveli bir ağaca bir nacakla vurursanız bütün gücünü meyveye verir… Doğumların çoğu savaş zamanlarında hızlanır. Üstad Bediüzzaman, “Eskişehir Hapishanesi’nde, sinekleri yok etmek için bir ilaç kullandılar, bu sefer sinekler sanki inadına çoğaldılar” diye Lâtif Nükteler isimli kitapçıkta beyanda bulunuyor.


    M. Fethullah Gülen Hocaefendi de bu hususta şunları anlatıyor: “Tarihi olayları tahlil (analiz) etmekte  faydalı olduğunu zannettiğim bir bakış açısını nazara arz etmek istiyorum.  Tarihi olaylar bazen öyle gelişir ki, tarih sahnesinden bir devlet yıkılırken de ilim hayatı adına en son ve en büyük semerelerini verir, sonra duraklamaya ve yıkılmaya gider. Bunun tarihte pek çok misalleri vardır ve bu mesele beni hep hayrete düşürmüştür. Mesela Osmanlı’nın son zamanlarından Cumhuriyet dönemine geçerken çok bereketli bir dönem olmuştur. O dönemde Üstad Bediüzzaman’ın yanında Filipeli Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, Abdülaziz Çaviş, Amed Nâim Efendi, Allâme Hamdi Yazır, Mustafa Sabri gibi dev insanları görürüz. 


    “Bunlar öyle büyüklerdir ki, hem hepsine allâme diyebilirsiniz. Bunlar, çok güçlü ve engin ufuklu insanlardır. Mehmed Akif gibi bize göre allâme olan birisi, bu büyük zatların çalıştığı yerlerde sekreterlik yapmıştır. Bu devâsâ kâmetlerden biri de Zâhidel-Kevserî’dir. Bu zât, Mısır’a gidip oraya yerleşmiştir ki, son devrin ünlü muhakkiklerinden Abdülfettah Ebû Gadde, ona olan hayranlığını ifade etmek için soyadını değiştirmiş, kendisine Abdülfettah el-Kevserî demiş ve Zâhidel-Kevseri’yi müceddit  ilân etmiştir. İşte bütün bunları görünce bir yönüyle içimden şöyle demek geliyor: Osmanlı Devleti biterken bütün vâridatını ortaya dökmüş, tâ ki bu insanlar tekrar bir dirilişi gerçekleştirsinler veya gerçekleşecek olan dirilişe fikrî muhassaları ile zemin hazırlasınlar.


    “Bu arada yine aynı dönemde tasavvuf cephesinde Arvâsi, Süleyman Efendi, Ali Haydar  Efendi gibi büyük zatlar yetişmişlerdir ki, bunlar sadece İstanbul’da bulunan âbidelerdir. Doğu’da Küfrevîlerden Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi,  Tâğîlerden  Sırrı Efendi gibi büyük zatlar vardı. (Bu büyüklerden bazıları bize gelir giderlerdi ki, babam da onların rahle-i tedrisine oturmuş bahtiyarlardandı. Bakanın ruh yapısı onlardan vicâhî (yüzyüze) olarak aldığı vâridat ile şekillenmişti.)


    “İşte böyle Devlet-i Aliyye, tarih sahnesinden silinirken bir sürü tohum bırakıp gitmişti. Hani bazı canlılar vardır, yavrularını hiç görmezler. Bu canlılar gidip okyanusun bir yerinde yumurtalarını bırakırlar ve bu yumurtalar hiç ana-babalarını görmeden civcive dönüşür, sonra da kalkıp denize girerler. (Mesela Salomon balıkları Bermuda yakınlarında yumurtalarını bırakıp sonra ölürler. Ama o yumurtalardan çıkan yavruları, anneleri hangi kıtanın hangi gölünden ve suyundan gelmişlerse, doğrudan oraya giderler.) Aynen bunun gibi bu büyük Devlet-i Aliyye de âdeta tarihe yumurtalarını bırakıp dünyaya öyle vedâ etmişti.


    “Şeriat-ı fıtriye içinde şöyle bir kanun cereyan etmektedir: ‘Herkes nevi (türü) adına bir yönüyle kainata hâkim olmak ister ve bunun için de giderken bir yumurta bırakıp gider. Fakat Allah (c.c.) tek bir kişi (tür) hâkim olmasın diye bunları dengeler.’ Evet dikenlere fırsat verseydi yeryüzü diken tarlasına dönerdi. Kobralara fırsat verseydi, onlar da akrepleri dahi iflah etmezlerdi. Allah, bunlarla ekolojik dengeyi korumaktadır. Aslında insanlar arasında da bu kanunu icra etmektedir.


    “Bu arada Cenab-ı Hak, rahmetini öyle tecelli ettirmektedir ki, bu Ehâdî Tecellî, mizaçlara, meşreplere ve mezaklara göre hiç kimseyi mahrum bırakmayacak şekilde ve çok geniş dairede herkesin hususiyetlerine uygun tezâhür etmektedir. Mesela, Osmanlı’nın son döneminde sadece Hz. Bedüzzaman olsaydı; mezâkı ve meşrebi farklı olan diğerleri ne yapacaktı? Süleyman Efendi Hazretleri’nin yolundan yürüyecekler için o;  Arvasî’nin yolundan yürüyecekler için o; Ali Haydar Efendi’nin yolundan yürüyecekler için o; ve Alvar İmamı’nın yolundan yürüyecekler için de aynı şeyler söz konusudur. Eğer bunlardan biri olmasaydı, mizaçları bunlardan herhangi birine açık olan insanlar için bir mahrumiyet söz konusu olacaktı. Netice itibariyle herkes kendi yumurtasını bırakıp gitmeliydi. Allah dünyanın dört bir tarafında, adını duyurmak için çalışan kimseler için de bu kanunu icrâ etmektedir. Evet, hep Cenab-ı Hakk’ın tecelli eden rahmet dalga boyuna bakmak gerektir ki, O’nun hiç kimseyi mahrum etmediği görülsün.” (M. Fethullah Gülen,  Çizgimizi  Hecelerken) 

    29 Ara 2022 10:39
    YAZARIN SON YAZILARI