Bediüzzaman Hazretleri, bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan ümitsizlik, tembellik ve işi birbirine havale etme illetlerine karşı ümide sarılıp insanları gayrete getirmeyi ön plana almıştır…
Cumhuriyetin kuruluşunda, kendi özümüzü kökümüzü bir tarafa bırakıp yabancılardan kanun dilenenlerle anlaşamayınca ve Ankara’da herşeyi terkedip Van’a döndü. Sömürgecilerin tahrikiyle Van’ın yarısını yakan ve Medresesini tahrip edenlerin meydana getirdiği perişaniyetten uzaklaşıp dört-beş talebesiyle Erek Dağına çıktı. Orada, fıkıh hadis, tefsir, kelam ve tasavvuf ilimlerinin derinliklerine dair çok güzel dersler ve sohbetler yapıyorlardı. Fakat ne bir not tutan ne de bunları tespit eden vardı.
Dünyayı aydınlatacak eserleri yazacak bir potansiyeldeki bir zat, Erek Dağının 4-5 talebesiyle beraber… Cenab-ı Hak isteseydi vefat tarihi 1960’a kadar orada onu korurdu ve hiçbir kimse ona bir zarar veremezdi. Ama onun yapabileceği çok hayırlı hizmetler vardı. Onun için zulmen karlı-kışlı bir Ramazan günü, zulmen ve gadren oradan alıp uzun bir yolculukla Barla’ya sürdüler. Ama orada Sözler, Mektubat ve Lem’a’ları yani Cihanı aydınlatacak ana kitapları yazdı…
Her neyse…
İşte Erek Dağında dururken Şâfi mezhebinden olduğu için Cuma vaazları için Van’a şehre gidiyordu. Çünkü Cuma namazı kılabilmek için imamdan başka 40 kişilik bir cemaat olması gerekiyor.
Yolda giderken Üstad talebelerine, “Ya siz önden gidin ben arkadan geleyim veya ben önden gideyim siz arkadan gelin!” diyordu. Molla Hamid de, “Üstadım, herkes yolda giderken yanımda yoldaşlarının olmasını ister ki, beraber gitsinler. Sen niye böyle diyorsun?” deyince Üstad Hazretleri, “Ben yolda giderken evrad ve ezkârlarımı okurum, vaktimin boş geçmesini istemem. Yoksa siz beni meşgul eder, vaktimi zâyi edersiniz” diye cevap veriyordu. Bir keresinde Molla Hamid’e, “Eğer gayretin ne kadar mühim olduğunu, hesap günü mahşerde ne kadar değerli olduğunu bir bilsen, bir dakikanı bile boşa geçirmek istemezsin… Bazı insanlar vardır. Hasat vakti ellerinde tırpanlarla ekin biçenlerin yanına varır, onlara ‘Gelin birer sigara içelim’ diye yanına çağırıp boş boş oturarak vakitleri zâyi eder. Bazı insanlar da vardır. Ekinin başında ellerinde tırpanlar ve oraklarla tembel tembel oturarak bekleşen insanların yanına gelir ve elindeki tırpanla aşkla-şevkle ekin biçmeye başlar. Bunu gören tembeller de şevke gelip, tembellikten silkinip iş başına geçerler” diyerek, kendinden motorlu olmaya, lokomotif gibi vagonları da peşine takıp bir işe yaramaya teşvik ediyor ve insanlık için faydalı ve hayırlı olmaya davet ediyordu.
Hacı Kemal Ağabey, “Evladım, bizim işimiz palto tutmak, ayakkabı çevirmek” derdi.
Hayati Kalaycı anlatıyor:
“Bir gün bana Hacı Kemal Ağabey, ‘Ben birisini kazanmak için on sene AYAKKABISINI ÇEVİRDİM.’ diye anlatmıştı. Sürekli Hacı Kemal Ağabey onun gittiği câmiye gidiyor. Onun sevip değer verdiği hoca ile diyalog kuruyor, önce kendini ona kabul ettiriyor, onun gönlünü kazanıyor. Ondan sonra câmiden çıkarken ilgilendiği zâtın ayakkabısını alıyor, kapının önüne koyuyor ve ondan sonra o kişi ile diyaloga giriyor. İşte onun bu samimi gayretleri Ağabeyi, o zâtın aile meclisine girebilecek derecede bir yakınlığa kadar götürüyor.”
Hacı Kemal Ağabeyle yakın mesaisi olan Ali Türker de diyor ki: “Hacı Kemal Ağabey, önce ‘Ben bu insanın kurtuluşuna, dünya-âhiret saadetine vesile olmak istiyorum’ diye bir hedef belirler ve yerine göre on senede bile olsa yavaş yavaş ilerleme kaydeder. Bir de bakarsınız bu temiz niyet, nezih babacan tavırlı Ağabeyimizin tavır ve hareketleri onu belli bir kıvama getirmiştir. O da kalkmış bir okul yaptırmıştır. Yani on sene emek verir ama, emek verdiği insanlar da Allah için insanlık hayrına çok büyük hayır ve hasenat yapmışlardır…