Üstad Bediüzzaman Hazretleri Yirmi Dördüncü Söz’ün Üçüncü Dalında hadis-i şeriflere gelen itirazlara cevap verirken Altıncı Asıl’da şöyle diyor:
“Altıncı Asıl: İnsanlar arasında şöhret bulmuş bazı hikayeler bulunuyor ki, dabr-ı meseller, (deyimler ve atasözleri) hükmüne geçer. Hakiki mânasına bakılmaz. Ne maksat için sevkedilmiş ise, ona bakılır. İşte bu neviden insanlar arasında ortak kabul görmüş bazı kıssa ve hikayeleri, Resûl-i Ekrem Aleyhisselam, bir irşad maksadı için, temsil ve kinâye nevinden zikredivermiş. Şu nevi meselelerin hakîki mânâlarında kusur varsa, örfe ve insanların âdetlerine aittir; ortak kabulle herkesçe bilinen genel anlayışla ilgilidir.”
Kıssa, hisse almak için anlatılır. Hikaye ve menkıbelerin asıllarına bakılmaz fasıllarına bakılır. Müteşâbih âyetler, nasıl muhkemat denilen ve Kur’an’ın aslı olan âyetler ilimde kökleşmiş, râsihun denilen âlimler müctehidler tarafında te’vil ve izah ediliyorsa, bu çeşit hadis-i şerifler de âyet ve hadislerin ruhuna uygun olup olmadıklarını bilen ve onları Kur’an makuliyetinde mantıklı tartabilenler yorumlayabilir.
“Yedinci Asıl: Pek çok teşbih ve temsiller bulunuyor ki, zaman aşımı ile veya ilmin elinden cehâletin eline geçmesiyle maddî hakikat telakki ediliyor. hataya düşülüyor. Meselâ: ‘Sevr’ (Öküz, Boğa) ve ‘Hût’ (Balık) isminde ve Misal Âleminde sevr ve hût timsâlinde karaya ve denize ait hayvanat nâzırlarından Allah’ın iki meleği, âdeta bir koca öküz ve cismanî bir balık zannedilerek hadise ilişilmiş. Hem meselâ: Bir vakit Peygamber Efendimizin (S.A.S.) huzurunda derin bir ses işitildi. Resul-i Ekrem Aleyhisselam ferman ettiki, ‘Bu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp tâ ancak bu dakika Cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.’ (Buharî) İşte bu hadis-i işiten, hakikate vâsıl olmayan inkâra sapar. Halbuki yirmi dakika o hadisten sonra katiyen sabittir ki: Biri geldi, Resul-i Ekrem Aleyhisselama dedi ki: ‘Meşhur münafık, öldü.’ Yetmiş yaşına giren o münafık Cehennemin bir taşı olarak bütün ömür müddeti alçalış ve düşüşte esfel-i sâfilîne, küfre sukuttan ibaret olduğunu gayet beliğane, edebî bir şekilde Resul-i Ekrem Aleyhisselam beyan etmiştir. Cenab-ı Hak, o vefat dakikasında o sesi işittirip ona alâmet etmiştir.”
Dünya karalar ve denizlerden meydana geliyor. İnsanların karalardan geçimi ziraat ile… O da asırlardır. Öküzün boynunda… Denizlerden ise geçimi balıklardı. Onun için bir gemiye benzeyen dünyanın karalar temsilcisinin bir sevr şeklinde bir melek, denizler temsilcisinin de bir hût suretinde olması, gayet makuldür.
“Sekizinci Asıl: Cenab-ı Hakîm-i Mutlak, şu tecrübe diyarı ve imtihan meydanında çok mühim şeyleri, kesretli eşya içinde saklıyor. O saklama işinde, çok hikmetler, çok maslahatlar bağlıdır. Mesela: Leyle-i Kadr’i, umum Ramazanda, duaların icabet edildiği saati, Cuma gününde; makbul velisini, insanlar içinde; eceli ömür içinde ve kıyametin vaktini, dünyanın ömrü için de saklamış. Zira insanın eceli belli olsa, yarı ömrüne kadar mutlak gaflet, yarıdan sonra da darağacına (idam sehpasına) adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki, âhiret ve dünya dengesini muhafaza etmek ve her vakit korku ve ümit ortasında bulunmak maslahatı iktiza eder ki, her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun. Şu halde mübhem bir ömür, bin sene belli bir ömre tercih edilir.
“İşte kıyamet de, şu büyük insan olan dünyanın ecelidir. Eğer kıyametin vakti belli olsaydı bütün ilk ve orta çağlar, mutlak gaflete dalacak idiler, son asırlar da, dehşette kalacaktı. İnsan nasıl şahsî hayatının ile, hânesinin ve köyünün devamı ile alâkadardır; öyle de, ictimaî ve nevi hayatiyle, küre-i arzın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır.
“Kur’an, ‘Kıyamet yakındır’ (Kamer Suresi, 54/1) diye ferman ediyor. Bin, bu kadar sene geçtikten sonra kıyametin gelmemesi, yakınlığına zarar vermez. Zira Kıyamet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya iki bin sene, bir seneye nisbetle bir-iki gün veya bir-iki dakika gibidir. Kıyamet Saati yalnız insanlığın eceli değil ki, onun ömrüne nisbet edilip uzak görülsün. İşte bunun içindir ki, Mutlak hikmet Sahibi Cenab-ı Hak, kıyameti Beş Bilinmeyen (31/34) şeylerden olarak ilminde saklıyor. İşte şu gizleyip saklama sırrındandır ki, her asır, hatta gerçekleri görmesini bilen neslin asrı olan saadet asrı (sahabelerin çağında), dahi daima Kıyametten korkmuşlar hatta bazıları ‘Kıyametin alâmetleri hemen hemen çıkmış’ demişler. (…) Çünkü: Sahabeler, Peygamber Efendimizin (S.A.S.) sohbetinin feyziyle herkesten ziyade âhiret diyarını düşünerek, dünyanın fâniliğini bilerek, Kıyametin vaktinin gizlenmesindeki İlahi hikmeti anlayarak şahsî ecelleri gibi dünyanın eceline karşı daima hazır bir vaziyet alarak, âhiretlerine çalışmışlar.”
Gizlemenin büyük sırrı var. Tohum toprak altında gizlenir, tâ yedi başak, her başaktan yüzer tane buğday tohumu çıksın diye… Sene içinde bir Kadir Gecesini saklar tâ ki her gece yani 360 gece Kadir Gecesi gibi olsun… “Her geceyi Kadir, her geleni Hızır bil” diye güzel bir söz var. 360 geceyi her akşam Kadir Gecesi olabilir, diye ibadet ve dua etsek ne kaybederiz. Bu bir kumar değil ki!... Her gece sevap, ecir ve ücret kazanmış oluruz. Yani kaybetmek şöyle dursun, pek çok şey kazanmış oluruz. Zaten her gece ihya edilmiş olduğu için Kadir Gecesini yakalamış oluruz. Kâr üstüne kâr…