Ticaret yapan ticaret hukukunu bilmeli

Safvet Senih

Safvet Senih

24 Oca 2024 10:59
  • Üstad Hazretlerinin değerli talebelerinden orman mühendisi ve  aslında bilge bir şahsiyet olan Ali İhsan Tola Ağabeyimiz, dedelerinden bahsederken, “Tola” nın aslının “Tûlâ” olduğunu;  Osmanlı dönemi Mekke, Medine gibi şehirlerinin  KADI  (Kâzî) larının seyyid âlimlerden olma şartı varmış. Bizimkiler işte öyle Kadılardanmış… Dedelerden bir kısmı ticaretle iştigal etmişler. Bu arada şunları söylüyor: “Bugün fıkıh bilmeyenler, fâizcilik yapmış olurlar. Farkına varsalar da varmasalar da… Rivayet edilir ki, İmam  zam Hazretleri ticaretle de iştigal ediyordu. Bir gemi mal getirmiş. Malların içinden yırtık ve defolu olanları ayırmış. Ama yanında çalışanlar dikkat etmemişler, defolu malları da karıştırarak satmışlar. İmam  zam fark edince ‘Şüpheli şeyleri terk ediniz’  hadis-i şerifine uygun olarak dağıtmış. O gemideki mallardan kazandığı bütün parayı sadaka olarak dağıtmış.  Tabiî önce malları sattıkları kişileri araştırmış, bulamayınca tasadduk etmiş… İkinci misal:  Birisine karz-ı hasen (Allah rızası için faizsiz borç) vermiş. Neyse günü gelmiş borcu istemeye gitmiş. Borçlunun evinin gölgesinden istifade ederim diye kapısını çaldıktan sonra hemen geri çekilmiş. Yani iki-üç defa kapısını çalıp geri çekilmiş.  “Niye geri çekildin?” diye soranlara, “Ben ona karz-ı hasen vermiştim. Eğer gölgesinden istifade edersem, karz-ı hasenlikten çıkar, diye çekindiğim  için” demiş.
    Isparta’ya zamanında Medine’den pek çok yetim Seyyid ve Seyyide çocuk getirilmiş. Ayrıca Ali İhsan Tola Ağabeyin ifadesiyle:  “Üstad niçin Isparta’ya gelmiş?  Isparta’ya hiç bir zaman düşman ayağı basmamış. Bir rivayette Efendimiz (S.A.S.)  buyurmuş ki; “ hir zamanın müceddidi, benim Mekke’de doğduğum evin mahallesinin isminin olduğu yere gelecektir”  (Bu rivayetin sıhhatinin hadis kaynaklarından araştırılması lâzım Mülhemûnden bazı zatların keşfi de olabilir. A.A.)  Yine Ali İhsan Tola Ağabeyimiz, Efendimizin (S.A.S.)  doğduğu evin sokağının adının Isparit olduğunu söylemiştir… Ayrıca biliyoruz ki, Üstad Hazretlerinin doğduğu nahiyenin adı da İSPARİT’tir.   İşte bu seyyidler sülâlesinden Sav  köyün de Deli Şükrü denilen bir mübarek vardı. Ali İhsan Ağabey onun hakkında şöyle diyor: “Allah rahmet eylesin bu zatı görseniz çarığının ipi iki metre uzanır, şalvarına baksanız yamalarla öyle doludur ki, şalvarın asıl kumaşını bulamazsınız. Burnu desen akıyor gibi. Kafasındaki takkede de pek çok yama…  Sırtındaki gömlek de hâkezâ.. Ama deli denilen bu Şükrü’nün üstünde de bir akıl yok sanki…  Isparta’da Hüsrev Ağabey Risale-i Nurları mumlu kağıtlara yazıyor. Ama bunlar Sav köyünün ücra bir mahallesinde teksir makinesiyle çoğaltılıyor. Hüsrev Ağabeyin kapısında da polisler devamlı nöbet tutuyor. Şimdi bu mumlu kağıtlar nasıl alınıp oraya ulaştırılacak?  İşte bu işi Deli Şükrü denilen zât başarıyor!  Yani sabah evinden çıkarken hanımına ‘Hanım benim deli elbisemi getir.’ diyor. Onları giyip bir dilenci gibi Isparta sokaklarında dolaştıktan sonra Hüsrev Ağabeyin kapısına geliyor, tak, tak, kapısını çalıyor. Ondan yiyecek dileniyor. Hüsrev Ağabey onun dilenci torbasını alıyor, alt tarafına mumlu kağıtları yerleştiriyor, üst tarafında yiyecekleri doldurup geri veriyor. Polislerin gözleri önünde bu alış-veriş gerçekleşiyor; kimse de şüphelenmiyor…  Şimdi bu işi, Deli Şükrü gibi ihlaslı ve samimî olanlardan başka hiç kimse o zaman yapamazdı. General olsa, rütbelerini soyarlardı, vali olsa, vilayetten atarlardı…  Mesela ‘Risaleler var ve okunuyor’ diye bir evi basıyorlar. Polis Jandarma dolu… Bir küçük çocuk onların gözü önünde o küçük çocuk ‘Dayımın bize güzel hikayeleri okuduğu bu kitapları ben çok seviyorum’  diyerek onları alıp götürüyor. Sonra o evi basanları bütün her tarafı arıyor ve hiçbir şey bulamıyorlar. İşte o çocuk yerine akıllı hatta yüksek diplomalı birisini getirsek yine bu işi yapamaz. Efendimiz (S.A.S.)  döneminde buna benzer olaylar daha çok  meydana gelmiştir. Allah bu işleri gördürünce şeriat-ı fıtriyeye  göre bu nizam ortaya konulur. Bunlar asla birer tesadüf  de değil; tevafuktur. Mesela,  Efendimizin torunu Hz. Hasan’ın altı ay hilafetinden sonra ‘Müslümanlar arasında ihtilaf çıkmasın ve kan dökülmesin diye halifelikten feragat etmesi çok önemlidir ve bizim Hizmetimiz de ona benzetiliyor. Emirdağ  Lâhikasında Üstad Hazretleri niye ‘Biz Hz. Hasan’ın Hizmetini takip ediyoruz’  diyor?  Çünkü Hz. Hasan,  ‘Bu siyasî işe ben lâyıkım’ dese karşı taraf  bu işi kansız bırakmayacak; Müslümanlar arasında nifak-şikak çıkacak Müslümanlar bu ihtilaf yüzünden param parça olacak. Yani her gelişme duracak. Onun için Üstad Hazretleri,  “Böylece Ehl-i Beyt, sıradan valiler olmak yerine, (kalbleri imar eden)  büyük veliler ve evliyalar oldular.” diyor. M. Fethullah  Gülen Hocaefendi de, ‘Ehl-i Beyt iç onarım (mânevî imar ile)  görevlendirildiler’  diyor.”
    İşimizi ve konumuzu  bilelim…  Nesebî olmasak bile mânevî âl-i beyt /  ehl-i beyt yerine sayılmışsak… İşimizi bilelim ve yolumuza inşaallah devam edelim.  

    24 Oca 2024 10:59
    YAZARIN SON YAZILARI