Üç Aylar ve Ramazan Geceleri

Safvet Senih

Safvet Senih

01 Haz 2017 10:17
  • Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin mübarek ve yiğit talebelerinden Bayram Yüksel Ağabeyimiz diyor ki: “Üstad Hazretleri, Üç Aylara girdiğinde muhakkak Lâhika neşreder, talebelerinin mübarek ay ve günlerini tebrik eder, bu vesile ile haberleşmeyi devam ettirirdi. Talebeleriyle devamlı irtibat halinde idi. Lâhika mektuplarından bir misal:

    “Evvelâ: Sizin Mübarek Üç Aylarınızı ve içindeki kıymetli Mübarek Gecelerinizi tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak her bir geceyi sizin hakkınızda birer Leyle-i Reğaib, Leyle-i Kadir kıymetinde size sevap versin. Hem Leyle-i Beratınızı ve gelecek Ramazanınızı ve hem gelecek Leyle-i Kadri, hakkınızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve amel defterlerinize böyle geçmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz. Hem Leyle-i Miracınızı tebrik ve içinde ettiğiniz duaların makbul olmasını, Allah’ın Rahmetinden niyaz eder ve bu havalide  Mirac Gecesinden bir gün evvel bir gün sonra müstesnâ  bir şekilde rahmetin yağması işaret eder ki, umûmî rahmet tecelli edecek inşallah.’

    “Aziz, sıddık kardeşlerim, Mübarek Ramazan-ı Şerifinizi, ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak Ramazan-ı Şerifin Leyle-i Kadrini umumunuza bin aydan hayırlı eylesin. Âmin. Seksen sene makbul bir ömrü hakkınızda kabul eylesin.”

    “Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu şekilde Reğaib, Berat Mirac Gecelerinde teksir  lâhikası gönderdi. Dolayısıyla, çeşitli mevzularda, Risale-i Nur’un neşri, hizmeti ve faaliyeti ile ilgili müjdeli haberleri Nur Talebelerine gönderdi.

    “Üstadımız Ramazanın on beşinden sonra kendisi yatmazdı, bizi de yatırmazdı. Hatta gecelerin çoğunda kontrol ederdi. Eğer uyurken yakalarsa, bize su döker, uyandırırdı. Bizleri uymamaya alıştırırdı. Mübarek geceleri ihyâ ettiğimiz zaman sabah namazı olduğunda kılar, yatardık. (Böyle bir gece, yorulan ağabeyler uyumak için odalarına çekilmişlerdi. Üstad, Ceylan Ağabeye ‘Onlar neye çalışıyorlar?’ diye sordu. Ceylan Ağabey bir espri ile cevap verdi: ‘Üstadım onlar uyumaya çalışıyorlar!..’ Üstad bile gülümsedi.) 

    “Hem sahih rivâyetle, Kadir Gecesini, Ramazan ayının son yarısında bilhassa son on gününde arayınız’ diye ferman etmesiyle, bu gelecek seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandıran Kadir Gecesinin gelecek gecelerde ihtimali pek kuvvetli olmasından istifadeye çalışmak böyle sevaplı yerlerde bir saadettir’ diye bize dersler verirdi. 

    “Üstadımız Mübarek Ramazan’da daima evrad (virdler) ve ezkârı (zikirleri) ile meşgul olurdu. Her gün bir cüz’ Kur’an okurdu. Bizleri de teşvik ederdi. Bizler Ramazan’da muhakkak cüzlerimizi  okurduk. Üstad fıtrasını bize verirdi. Bizlere de ‘Siz ilim talebelerisiniz, fitrenizi birbirinize devredebilirsiniz.’ derdi. Biz de birbirimize devrederdik, o parayla buğday alırdık. Sav’da, bazen Kuleönü Köyünde ekmek yaptırırdık, nafakamızı iktisadlı olarak harcardık.

    “Üstadımız arabaya bindiğinde “Sübhanellezî sehhara lenâ hâzâ ve  mâ  künnâ lehû mükrinin’ duasını okurdu. Ayrıca yedi defa Âyetü’l-Kürsî’yi okurdu. İki öne, iki sağa, iki sola, bir arkaya.”

    “Üstadımız daima talebelerini Lâhika mektuplarıyla tenvir ve irşad ederdi. Bu Lâhika mektuplarıyla talebelerini maddî ve mânevî muhafaza etmiştir. Hem pek çok âlî hakikatların anlaşılmasına vesile olmuştur. Bilhassa musibete düşen ağabey ve kardeşleri şöyle irşad ederdi: ‘Madem biz kadere teslim olduk, bu sıkıntıları, (İşlerin en hayırlısı, en zor olanıdır.) sırrıyla sevap kazanmak cihetiyle mânevî bir nimet biliyoruz. Madem geçici dünyevî musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor. Madem hakkalyakîn derecesinde yakînî bir kanaatımız var ki, biz öyle bir hakikata hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. Elbette biz, bu sıkıntılı haller ile iftiharla, Allah’a hamd ve şükrederek, mânevî bir mücâhede yapıyoruz, diye şikayet etmemek lâzımdır.”

    “Üstadımız, namazı çok huşu içinde kılardı. Sureleri okurken tane tane okurdu. Namaza dururken, tam huzura vardığında, niyet ederken “Allahü Ekber’ dediği zaman, bizler arkasında korkardık. Mübâlağa  olmasın, ahşap bina sarsılırdı.

    “Üstadımız namaz vaktine çok dikkat ederdi. Namazı vaktinde (vaktin evvelinde, vakit girince hemen) kılardı. Mesela, Isparta’dan çıktığımızda, Emirdağ’a beş dakika sonra vuracak olsak bile, Üstadımız saate bakar, kış, fırtına olsa beklemez, hemen namazı vaktinde kılardı. Kırlarda olsun yolculukta olsun, namazı vaktin evvelinde kılardı. Bu  mevzuda şöyle buyuruyor: ‘Namazı, vaktinde kılmanın ne derece tükenmez, uhrevî bir sermaye olduğu anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde Âlem-i İslâm denilen muazzam câmide, yüz milyondan fazla cemaat-ı kübrâ, namaz kılıyor. O cemaatte her bir mümin umum cemaate dua ediyor. İhdine’s-sırata’l-müstakîm yani Bizi doğru yola hidayet eyle, diyor. Her biri umum cemaate hem şefaatçi hem duacı oluyor. O vakit, namaz iştirak etmeyen, hissesini alamaz. Kaynayan askerî kazanına karavanasını  götürmeyen, tayinatını alamadığı gibi, cemaat-i kübrânın mânevî mutfağında kaynayan, mânevî erzakını alamaz. Belki namaza iştirakla o cemaatin ordusuna iştirak etmiş olmakla ve dualarına ‘Âmin!’ demek olan namazı vaktinde kılmakla alabilir.” (Son Şâhitler-3)

    Üstad Hazretleri gibi büyüklerimizin üç ayları ihyası ve namaza verdikleri önem üzerine düşünerek, ders ve ibretimizi iyi almalıyız.

    Safvet Senih

    01 Haz 2017 10:17
    YAZARIN SON YAZILARI