Tolga, (Ak Tolgalı Beyler Beyi ifadesinde de geçtiği üzere) eski savaşlarda başa gelebilecek darbelerden askeri korumaya yarayan başlıklara verilen bir isimdir. Osmanlı saray mutfaklarında bu başlıklarından bulunmaktadır. Bunun sebebini tarihî bir olayla izah edebiliriz.
Osmanlı’da saray mutfaklarındaki aşçı ve yemeklerin nefis yemekler yapmaları dışında üstlendikleri ilginç roller de vardır. 1596’da Haçova’da Avusturya ile Osmanlı arasında yapılan savaşta Osmanlı ordusu Avusturya’nın ciddi saldırıları üzerine dağılmaya başlar. Sultan III Mehmed, otağını savaşı yakından yönetebileceği bir yere kurdurmuştur. Ağır kayıplar veren Osmanlı ordusunun kaçmaya başladığı görülür. Düşman kuvvetlerinin Sultanın otağına doğru yaklaşması büyük heyecana sebep olur. Padişaha kıyafet değiştirip kaçması teklifinde dahi bulunulur. Padişahın hocası, aynı zamanda Yavuz Sultan Selim’in en kıymetli adamlarından Hasan Can’ın oğlu Şeyhülislam Hoca Sadeddin Efendi sözleriyle padişahın ordusunu terk etmemesini sağlar: Peygamber Efendimizin (S.A.S.) hırkasını giyerek Peygamber kılıcının da elinde olduğu bir padişahın bu güzel hâli, gidişatı değiştirip düşmanı püskürteceğini söyler. Sultan III Mehmed kararlılık gösterir ve karargâhını terk etmez.
Düşmanın karargâha kadar ulaştığını gören aşçılar, padişahın orada olduğunu ancak askerin kaçtığını fark edince çılgına dönerler. Ellerine ne geçirirlerse, düşman üzerine hücum ederler. Aşçılar dışında padişah hizmetinde bulunan saray çalışanları; seyis, badene, kara kullukçu, deveci ve katırcı gibi geri hizmetlerdekiler de savaşa katılır. Ummadığı bir direnişle karşılaşan Avusturyalılar, her şeyin bittiğini düşündükleri bir anda neye uğradıklarını şaşırırlar. Direnişi gören geri çekilmiş haldeki Osmanlı askerlerinin de bir kısmı geri dönüp, aşçılarla birlikte hücuma geçerler. Böylece, kaybedildiği zannedilen savaş birden zafere dönüşür. Evet, bu hususlarda dik durup ümitle direnen ve asla vazgeçmeyenler kaybetmezler, zaferi hak edenler de hep onlar olur.
Osmanlının tarihindeki aşçıların yardımıyla kazanılan Haçova’nın benzeri başka bir zafer yoktur. İşte bu sebepten, Aşçılar, düşman askerlerinden ele geçirdikleri miğferleri, tolgaları İstanbul’a dönünce, zaferi hatırlatsın diye, saray mutfağı olan Matbaha-i Âmire’nin kapılarının üzerine çivilemişlerdir. (Sâlih Gülen, İlginç Yönleriyle Osmanlılar, OSMANLI HATIRASI)
Kaybetmedik Çünkü Vazgeçmedik
Uhud Savaş’ında emre itaatteki inceliğe tam riayet edememe ve okçular tepesindeki hata yüzünden geçici bir mağlubiyet görünmüştü ama Efendimiz (S.A.S.) ashabını toplayıp hiç hatalarını yüzlerine vurmadan istişaresini yaptı.
Mekke ordusu da dönüp gidiyordu. Ama Efendimiz (S.A.S.) onların Medine’ye gidip çoluk çocuğa işkence ve kötülük yapmalarından endişe ediyordu. Onun için onların takip edilmesini istedi. Onların Mekke’ye doğru gittiklerini tespitten sonra, mecruh, yaralı-bereli sahabelerini yanına alarak peşlerine düştü. Böylece mağlubiyetten zafer çıkarma stratejisi kendisini gösteriyordu. Evet, arada bir sarsıntı yaşansa da Uhud’a imzasını atan Efendimiz (S.A.S.) oluyordu. Allah Resulü’nün talimatını alan Ashab-ı Kiram Hazretleri Akik Vâdisine kadar düşmanın peşinden gittiler ve aralarındaki konuşmalara bile şahit olacak kadar onlara yaklaştılar.
Bir grup müşrik fırsat ellerindeyken, Medine’yi talan edip öyle dönmelerini söylüyorlardı ama Safvan İbni Ümeyye gibi bazıları dediler ki: “Bunu aklınızdan bile geçirmeyin! Onların yeniden toplandığını ve ölümün üzerine nasıl yürüdüklerini görmüyor musunuz? Onların hepsini öldürmeden Muhammed’e ulaşmamıza imkan yok. Şimdi kazandığımız zaferi hezimete çevirmeden buradan hemen gidelim” diyerek başta Ebu Süfyan olarak onları Medine’ye gidip kötülük yapma düşüncesinden vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Derken Mekke ordusu uzun yol için kullanılan develere bindiler ve yeniden yola koyulup Mekke’ye döndüler… Böylece mesele zafere döndürülmüş oldu.